Tarikat Evliyası
1967'de ilk defa hacca gitmiştim. İyi ki, gitmek nasip olmuş da Mekke-i Mükkerreme'nin, Medine-i Münevvere'nin eski hallerini, eski evlerini, eski sokaklarını, eski insanlarını, Osmanlı'dan kalma eski binalarını görebilmişim. Onlar artık yok. Mekke'nin beton dev binalarla bir Las Vegas'a döndürüldüğünü üzüntü ve dehşet ile işitiyoruz, resimlerini görüyoruz.
Her neyse... O ziyaretim esnasında bir gün Mescid-i Haram'da, bendenize bir kitap hediye etmişlerdi. 1954'te basılmış, "Soru ve Cevap Yoluyla Tevhid Bilgisi" (et-tevhid 'alâ Tarikati's-Sual ve'l-Cevab) başlığını taşıyan, Vehhabî yoluna göre ilmihal mahiyetinde bir eser. Bu kitabın 79'uncu sayfasında sualli-cevaplı şöyle yazılıydı:
"234'üncü soru:Evliya (veliler) kaç kısma ayrılır?
Cevap: İkiye ayrılır. Rahman'ın (Allah'ın) velileri. Şeytan'ın velileri.
(.....)
239'uncu soru: Tarikat ehlinin hükmü nedir? Onlar Rahman'ın evliyası mıdır, yoksa Şeytan'ın evliyası mıdır!.."
Cevap: Hayır, onlar Şeytan'ın evliyasıdır!.."
Tarikat ve tasavvuf büyüklerini, yüz milyonlarca Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble Müslümanın veli kabul ettiği kimseleri Şeytan Evliyası olarak ilan etmek büyük bir fitneye yol açmaz mı?
Şah Muhammed Bahaüddin Nakşbend, İmamı Rabbanî, Celalüddin Rûmî, Hasan eş-Şazelî, Ahmed er-Rufâî... Hacı Bayram Veli, Şabanı Veli, Aziz Mahmud Hüdâyî... Şeyh İmam Şamil... Evet binlerce ve binlerce tarikat ve tasavvuf ulusunu, evliyasını Şeytan evliyası ilan ediyorlar. Bu kadar insafsızlık, bu kadar karakuşî mânevî idam hükmü olur mu?
Bir fırkanın, bir grubun, bir azınlığın böylesine ağır bir hüküm vermeye hakkı ve selahiyeti var mıdır?
İslâm dininde bir soruya cevap verilmesi için birtakım şartlar vardır:
1. Ehl-i Sünnete mensup icazetli ulemâya, fukahaya, gerçek müftülere sorulacak.
2. Onlar delilleriyle (gerekçeli olarak) cevap verecekler.
Verilen cevaplar/fetvalar hep aynı mahiyette (müttefakun aleyh) olursa mesele yoktur, gerçek anlaşılmıştır.
Cevap ve fetvalar müttefakun aleyh değilse, muhtelefün fih ise çoğunluğa bakılır. Her hâl ü kârda şirkle suçlanmaz, kâfir veya Şeytan evliyası denmez.
İslâm adalet ve insaf ve i'tidal dinidir. İslâm hikmet (bilgelik) dinidir. Öyle sellemehüsselam bütün Tarikat evliyasını küfürle suçlamak adalete de, nasafete de, firasete de, hikmete de aykırıdır.
Tarikat evliyası Şeytan evliyası olunca, onlara bağlanan, onları seven, onları mürşid kabul eden, onların dinî kitaplarını benimseyerek okuyan Müslümanlar da Rahman'ın yolunu değil, şeytan'ın yolunu seçmiş olacaklardır. Bu ise Türkiye'deki tarikat ve tasavvuf taraftarı ve mensubu Müslümanların dinden çıkmış olduğu mânâsına gelmez mi?
Dünyada bir buçuk milyardan fazla Müslümanın büyük bir kısmı tarikata ve tasavvufa bağlıdır. Vehhabilere göre onlar Müslüman değildir.
Sadece tarikat ve tasavvuf konusunda değil, itikad konusunda da Ehl-i Sünnet'i ağır şekilde suçlamaktadırlar. İmamı Eş'arî'yi ve İmamı Mâturidî'yi itikadda imam kabul edenleri sapık ilan ediyorlar. Kitapları ortadadır.
Bendeniz yakın tarihte ülkemizde yaşamış bazı "mazanne-i kirama" (veli sanılan kimseye) yetiştim. Bunlardan biri Nakşibendî şeyhi Muhammed Zahid Kotku hazretleriydi.Abdestsiz yere basmazdı.Şeriattan ve Sünnet'i seniyyeden kıl kadar ayrıldığı görülmemiştir. Abdest bozduktan sonra, yeniden abdest alacağı zaman içinde taharetsiz olmamak için o birkaç dakikada teyemmüm yapardı. Ahlak-ı hamide (övülen, beğenilen ahlâk) sahibi idi. Büyük sayıda insanın hidayetine vesile olmuştur. 1970'li yıllarda Londra'dan Afrikalı (Gabonlu mu, Gambiyalı mı unuttum...) siyahî bir profesör İstanbul'a gelmiş. Sebeb-i ziyareti şu:Rüyasında "İstanbul'a git, şu zata intisab et..." demişler.Mânâ âleminde kendisine bir zat gösterilmiş, onu arıyor. Birkaç kişiye götürmüşler, Muhammed Zahid efendiyi görünce "Bana gösterilen kişi bu idi" demiş ve el alıp intisab etmiş. Bu rüya, bu hadise elbette bizleri bağlamaz ama duyduğum bir vak'a olarak ibret ve misal olsun diye zikr ettim.
Osmanlı Hilâfet-i muazzaması ile Suudî Vehhabî devletini mukayese eder, kararınızı verirsiniz.
CAMİLER... TEREDDÜTLER...
BAZI güçlü İslâmcı siyasetçilerin, İstanbul'daki eski bir medreseyi restore ettirip aykırı görüşleriyle tanınmış bir zata vereceklerini duydum.Bu haber doğru mudur, asılsız mıdır araştıramadım.Bu yüzden isim vermiyorum.
İstanbul'daki medreseler ecdadımızdan bize miras kalmıştır. Ecdadımız Ehl-i Sünnet mensubu idi ve bunları Kur'ân'a, Sünnete hizmet etmek için yapmışlardı.
Camilerin, medreselerin Ehl-i Sünnet dışı kimselerin faaliyetlerine tahsis edilmesi doğru olmaz.
Tanıdıklarımdan biri bir Cuma günü Bostancı taraflarında bir camiye gitmiş. Vaaz kürsüsünde bir ilâhiyatçı konuşuyormuş. O kadar aşırı, o kadar aykırı, o kadar ters şeyler söylüyormuş ki, tanıdığım zat lâhavle çekerek camiyi terk etmiş, başka bir yerde Cuma kılmış.
Ağustos'un sonlarında İstanbul'un büyük bir camisine Cuma namazı kılmak için gitmiştim. Hatip efendi hutbede ideolojik lâflar etti. Son derece rahatsız ve tedirgin oldum, bir ara namazı terk etmek istedim, sonra vaz geçtim. Zaten, cumadan sonra zuhr-i âhir namazı kılıyorum dedim...
Cuma hutbelerinde ideolojik propaganda yapılmamalıdır.
Araştırdım, bu hutbe metni merkezden gönderilmiş...
Bugün ülkemizde Kur'ân-ıKerîm'i yanlış yorumlayan, Sünneti ya tamamen, yahut kısmen inkâr eden, fıkıh konusunda dört mezhebe aykırı uyduruk ictihadlar yapan, bazı helâlleri haram, bazı haramları helâl gösteren; reformcu, yenilikçi, değişimci, tarihselci, şucu veya bucu İslâmcılar ve ilâhiyatçılar türemiştir. Vakıfların ve Diyanet'in bunlara cami hizmeti vermesi, medrese tahsis etmesi asla doğru olmaz.
Son zamanlarda sinsi bir kadrolaşma başlamış... Camilere, Yahudilerin ve Hıristiyanların da Cennet'e gideceğine inanan kimseler tâyin ediliyormuş...Bu rivayetler doğru ise büyük bir felâket karşısındayız demektir.
Bendeniz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı olarak "Allah katında hak din İslâm'dır" meâlindeki ayeti zımnen inkâr eden ve Peygamberimizin (Salat ve selâm olsun O'na) risaletini yalanlayan, Kur'ân'ı yalanlayan kimselerin Cennet'e gireceğine inanan bid'atçilerin ardında namaz kılmak istemem.
Bugün İstanbul'da içinde içki içilen vakıf binaları vardır. Vakıflar idaresi bundan sorumludur. YarınHuzur-i Rabbülaleminde nasıl hesap verecekler?
Eminönü taraflarında tarihî bir han var. Altında çok mübarek bir zatın türbesi bulunuyor, üst katındaki restoranda içki servisi yapılıyor...
Eskiden sokakta iken ezan okununca önüme gelen ilk camiye giriyor ve namazımı kılıyordum. Şimdi tereddüt ve şüpheler içindeyim.
Muhterem Ehl-i Sünnet cami imamlarımızı ve diğer görevlilerini tenzih ederim, elbette onların arkasında gönül rahatlığı ile namaz kılınır. Lakin, evet lakin...
İstisnâî de olsa:
Ya imam efendi Fazlurrahman'ın tarihselcilik fırkasına mensupsa, nice muhkem ayetin ve sahih hadisin hükümleri bu devirde geçerli değildir diyorsa...
Ya diyalog fırkasına mensupsa ve Hz. Muhammed'in risaletini, Kur'ân'ı, İslâm'ı red, inkâr ve tekzib edenler de Cennetliktir diyorsa.
Ya, mezheplerin ve fıkıhların kolaylıklarını cem eden bir telfikçi ise...
Ya büsbütün mezhepsiz ise...
Fatih Sultan Mehmed Han zamanında, namazlarda besmeleyi cehren okuyan büyük bir zat bile şikayet mevzuu olmuş ve bundan men' edilmiştir. Şafiîlikte okunabilir, Hanefîlikte okunmaz... Her iş, bilhassa ibadetler kuralına göre yapılmalıdır.
Cemaati içinde Şafiî bulunan Hanefî bir imam, Şafiî fıkhını nazar-ı itibara almalı, Şafiîliğe göre namazı fesada verecek şeylerden kaçınmalıdır.
Hanefîlere imam olacak zat, Şafiî fıkhında caiz olup da Hanefî fıkhında olmayan ve namazın fesadına sebebiyet veren bir şey yapmamalıdır.
Hadîs-i şerifte "El-imamu zâmin..." buyrulmuştur.
Sahih itikad meselesi her şeyin üzerindedir. Allah'a zaman, mekân, cihet, insanlar gibi organ izafe eden bir kimsenin imameti sahih olmaz.
Diyanet'ten dileğimiz, Sünnî camilere itikad ve amel bakımından Sünnî imamlar tayin etmesidir.
Vakıflardan dileğimiz, imanlı ve salih atalarımızın vakf ettiği binalarda içki içilmesine, fısk u fücur yapılmasına izin vermemesidir.
Bir de, eski medrese ve tekke binalarının reformculara tahsis edilmemesini istiyoruz.