'Kürtçe eğitim diye bir sorun var mı?'
Bayramı Mardin sınır karakollarında geçiren Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a gazetecilerin sorduğu sorulardan biri de bu.
Bu can alıcı soruya en yüksek askerî düzeyde verilen cevap şöyle: "Ben olduğu kanaatinde değilim. Kürtçeyi nerede öğrenecek bu insanlar? Anadil nerede öğrenilir? Anadili öğrenmekte engel var mı? Anadil anneden babadan öğrenilir. Ana-babaya, 'Kürtçe öğretme' diyen mi var? 'Kürtçe okuma-yazma' diyen mi var? 'Kürtçe okuma yazma öğrenmek istiyorum' diyorsa yasak mı?"
Askerin siyasetteki varlığı sadece iktidar rekabetine ortak olmasından ibaret değil. Başbuğ'un anadile dair sıraladığı cümleler askerin konturları kalın, disiplinli dünyasına ait değil; düpedüz siyasetin demagojiyi de içeren esnek ve değişken dünyasından. "Anadil nerede öğrenilir?" sorusuna Başbuğ'un verdiği "Anadil anneden babadan öğrenilir" cevabına bile bu mantığa göre itiraz etmek gerekir. "Anneden babadan" olur mu? Adı üzerinde "anadil". Baba da olmaz; sadece anneden öğrenilmesi lâzım. Anadili öğretmeye sadece anneler yetkili olmalı...
Benim anadilim Türkçe. Dilin düşüncenin evi olduğunu anlayacak kadar Türkçeyi annemden öğrenmediğimi biliyorum. Dil düşünce üretir. Dil sadece insanlar arasında iletişim aracı değildir. Aynı zamanda insanı insan yapan, insanı medenî bir varlık haline getiren en kutsal araç dilin kendisidir. Kutsal kitaplarda isimler ve logos üzerine yapılan olağanüstü vurgular, dilin değerine dairdir. Kestirmeden söyleyelim: İnsan, dili olduğu için insandır. Bir dile saygı, aracısız ve dolaysız insana ve insanî olan her şeye saygıdır.
Kürt sorunu özünde Kürtçe sorunu. Kürt sorununun üzerindeki tortulardan kurtulup, kalıcı çözümleri aradığımız zaman Kürtçenin eğitim ve öğretimine ve Kürtçenin kullanımına dair sorunlarla baş başa kalıyoruz. Bu yüzden Kürtçe üzerinde söylenen sözleri öze dair sözler olarak diğerlerinden ayırmamız lâzım.
1983 yılında Millî Güvenlik Konseyi'nin, yani 12 Eylül askerî diktasının giderayak çıkarttığı 2932 sayılı yasa, bugün önümüzde duran Kürt sorununun ana müsebbiplerinden biri idi. 1991 yılına kadar toplam sekiz sene yürürlükte kalan bu yasa Kürtçeyi hedef alarak, Türkçe dışındaki dilleri hayatın özel alanlarında bile yasaklıyordu. Bu yasanın üçüncü maddesi Türkçe dışındaki dillerin "anadil olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması"nı bile yasaklıyordu. Bu yasaya göre Kürtçe rüya görmek ve sayıklamak bile mümkün değildi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "anadil öğrenmekte engel var mı?" sorusu, artık bu yasanın yürürlükte olmadığını vurgulamış oluyor.
Peki yeterli mi?
Türk milliyetçiliğinin ilk evresi "Dilde Türkçülük" evresidir. Milliyetçilik tecrübesi ulus devlete giden yolun dilden geçtiğini gösteriyor. Bu tarih bilincine sahip olan Türk devletinin aklı, Kürt ulusçuluğuna giden yolun Kürtçeden geçtiğine inanıyor. Buna göre Türkiye'nin birliğini muhafaza etmek Kürt ulusçuluğunun engellenmesine, Kürt ulusçuluğunun engellenmesi ise Kürtçenin yasaklanmasına veya kullanımının sınırlanmasına bağlı. Dün 12 Eylül yönetiminin Kürtçeyi özel hayatta bile yasaklanması ile, bugün İlker Başbuğ'un Kürtçenin eğitim ve öğretimini "anne ve baba" ile sınırlı tutması arasında dayandığı "gerekçe" itibarıyla hiçbir fark yok: "Kürtler Kürtçeyi unutur ve Türkçe konuşursa Kürt sorunu da biter." Bu hüküm doğru değil. Kürtçenin kullanımı azalıyor ama Kürt sorunu Kürtçe yasağı yüzünden büyüyor.
Eğer gerçekten Kürt sorunu konusunda statükonun değişiminden bahsediyorsak, Kürtçe konusundaki politikanın değişmesi lâzım. Çünkü bu gerekçenin tam tersi geçerli. Kürt ulusçuluğu bugün Kürtçenin kullanılmasından ve yaygınlaşmasından değil, Kürtçenin yasaklanmasından ve aşağılanmasından besleniyor. Bu yasak yüzünden aradaki engelleri aşıp ortak aklı ve ruhu yakalayamıyoruz.
Dil insanın izzeti. İnsana saygı onun anadiline saygıdır. Kürtçenin, Türkiye nüfusunun % 15'inin ana dili olarak göreceği saygı ve itibar aradığımız birlik ve bütünlüğün en önemli teminatlarından biri olacaktır. Uyacağımız tek kriter var: İnsanî olan her şeye saygı.