Pasif laiklik, aktif demokrasi
Şimdi moda, 'ulus devlet' ve 'üniter devlet'in korunması. Daha doğrusu, 'statüko'nun Kürt açılımına gösterdiği reaksiyonun 'kod adı' bu iki kavram.
Geçen yıla kadar başka bir zeminde cereyan ediyordu değişim yanlıları ile eski düzencilerin mücadelesi; laiklik. O zamanlar 'laiklik elden gidiyor'du, şimdilerde de 'ulus devlet'. İkisinin de bir yere gittiği yok aslında; bütün olup biten, 'aktif demokratikleşme'. Yani, laiklik veya ulus devlet söylemleriyle devletin halkı 'rehin tuttuğu' rejimin yerine, halkına hesap vermek zorunda olan bir yönetim sistematiğinin ulusal ve küresel dinamiklerle temellerinin atılması. Sancı da, umut da bu... Ancak 'eski düzen'in hemen pes edeceğini kimse sanmasın. Bir zamandır gündemin arka sıralarına düşen 'laiklik tartışmaları' her an yeniden sahneye sürülebilir. 'Eski düzenci'lerin elinde laikliğin bir 'çatışma' unsuru olmaktan çıkartılması için 'militan laiklik'ten 'pasif laiklik'e geçmek şart. Pasif laiklik kavramını geliştiren, Colombia Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ahmet Kuru. Secularism and State Policies Toward Religion isimli kitabında ABD, Fransa ve Türkiye'yi karşılaştıran Dr. Kuru, Fransa modelinden etkilenen Türk laikliğinin uygulamada daha 'militan' bir hâl aldığını vurguluyor ve militan laikliğe karşı 'pasif laiklik'in Batı'da egemen laiklik anlayışı olduğunun altını çiziyor.
Prof. Ergun Özbudun konuyu kendi yorumuyla gündeme taşıdı. Özbudun Hoca pasif laikliği, 'devletin dinler karşısında tarafsızlığı; bütün din, mezhep ve hatta dinsizlere eşit mesafede olması, din ve mezhep temelinde ayrım yapmaması, din ve devlet kurumlarının birbirinden ayrı olması' biçiminde tanımlayarak ekliyor: 'Aslında bu, laikliğin evrensel tanımıdır.'
Türkiye'nin uygulaması 'militan, dayatmacı laiklik'. 'Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır' düsturunun din ve dindarlara uygulanması aslında 'militan laiklik'. Yani, istediğinin ayrımcılığı, zulmü yap, siyasi partileri kapat, öğrencileri üniversitelerine sokma, vakıflara, derneklere musallat ol, hatta özel şirketleri bile yok etmeye çalış, bütün bunları da 'laiklik adına' yaptığını söyleyerek temize çık. İşte bizim laikliğimiz; hasım sosyal, ekonomik ve politik grupları sindirmek, ezmek, yok etmek veya en azından denetim altında tutmak için kullanılan bir 'araç'.
Özbudun Hoca devam ediyor: 'Türkiye'de mevcut olan laiklik anlayışı... dinin sadece vicdanlara ve özel alana hapsedilmesi, onun kamusal görünürlüğünün tümüyle yasaklanması, devletin adeta insanları laikleştirme yönünde misyonunun olduğuna inanılmasıdır.'
Bence 'Türk militan laikliği'nin temel özelliği işte budur: 'İnsanları laikleştirmek misyonu'. Dikkat edin, 'devletin' laikleştirilmesi değil. Laiklik hilafına devletin Diyanet Teşkilatı'na sahip olmasına, zorunlu din dersi eğitimine vs. bir itirazları yok; çünkü bunlar aslında devletin toplumu denetleme mekanizmaları... Militan laiklerin derdi insanları laikleştirmek; çünkü onları da 'denetim' altına almak istiyorlar.
Beyaz insanın 'medenileştirme' misyonundan farklı değil bu 'laikleştirme misyonu'. İkisi de muhataplarını 'eşit insanlar' olarak görmez ve bu eşitsizlikten, yani üstünlükten bir 'yönetim hakkı' çıkarırlar. Bizim 'Beyaz laik Türkler'in anlamadığı, bu anlayışın 19. yüzyılın Afrika toplumlarında bile işlememiş olması... Bizde neredeyse daha başarılı, ama nereye kadar?
Özbudun Hoca'nın işaret ettiği bu 'misyon' üzerinden geniş kitleler üzerinde bir denetim ve kontrol mekanizması kurulmaya çalışıldı, kuruldu da. Ancak son yıllarda gerek küreselleşme, gerek demokratikleşme ve piyasa ekonomisi bunu neredeyse imkânsız kılınca zıvanadan çıktı 'laikleştirici öncüler'imiz, kendini ekonominin, siyasetin ve bürokrasinin 'doğal' sahipleri görenlerimiz. O yüzden saldılar ordularını ve yargılarını demokrasinin üzerine... Başaramayınca şimdilik dümeni, 'ulus devlet, üniter devlet'le siyaseti ve toplumu denetleme yönetimine kırdılar.