“Demokratik açılım” başarıya ulaştırılabilir mi?
Kürtçe serbest, Kürtçe eğitime evet, Kürtçe TV’ye evet, üniversitelerde Kürtçe Enstitülerine evet…
Bunlar güzel, iyi ve lâzım olan açılımlar.
Ki, bunların tabu olduğu devrelerde, Bediüzzaman’ın “baskı, dikta ve ceberutluğun insanlığı mahvettiği”ne dair görüşlerini okuyor, yazıyor ve herkese açık sohbet ve toplantılarda anlatıyorduk.
Bediüzzaman’ın, hem İslâm âleminin, hem Türkiye’nin, hem de Doğu ve Güneydoğu’muzun geleceğinin “Meşrûtiyet-i Meşrua”da (tam demokraside) olduğunu ispat ve izah eden Münâzarât gibi eserlerini topluma mâl etmek için hem okuyor, hem neşrediyor, hem de sohbet toplantılarında anlatıyorduk.
Bugün, açılımı hararetle savunur gibi gözükenler ve şov yapanlar—gerek silâhlı bürokrasi, gerekse derin devletin bürokrasisi, gerekse iktidar ve yandaşları—o yıllardaki mücadelesini, tabuların yıkılması için değil, bizimle veriyordu. Yani, Bediüzzaman’ı ve talebelerini çürütmek, etkisizleştirmek için olanca güçleriyle çabalıyorlardı.
Sözgelimi, Bediüzzaman, 100 sene önce, bu açılımların gerekliliğini, “dinî ilimlerle fennî ilimleri mezcedip okullarda (üniversitelerde) okutulması gerektiğini, eğitim dili olarak Arapça’yı vacip, Türkçe’yi lâzım, Kürtçe’yi caiz gördüğünü” ifade eder. Yani, Türkçe mutlaka lâzım, Kürtçe serbest bırakılmalı, dileyen konuşur, dileyen konuşmaz, yani seçmeli ders gibi…
Kürtlerin ve dahi bütün kavimlerin üzerindeki dil ve benzeri baskıların kaldırılmasını ister. Aksi halde, uygulamaları dinlemeyeceğini ilân eder:
Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nev'î usûl-ü vahşiyâne olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhâsın keyfine tebâiyet edilmez ve etmeyiz! 1
Eğer, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu hak ve hürriyet açılımları dikkate alınsaydı ve Türkiye Cumhuriyeti, askerî bir dikta üzerine değil, insan hak ve hürriyetleri, demokrasiye göre yapılansaydı, bu problemler çoktan hallolmuş, hem maddî, hem mânevî açıdan çok ileri seviyelerde bulunmuş olacaktık. (Ki, ilke ve inkılâplar içinde demokrasinin olmadığını vurgulamalıyız)
“Demokratik açılım” başarıya ulaşabilir mi? Ulaşabilir, ama bu mantık ve bu yaklaşımla değil.
Demokratik açılım, baştan ayağa yasaklarla örülü 12 Eylül darbe-i münafıkanesinin anayasa’sını düzeltmekle mümkün.
Türkiye’nin iç dinamikleri, müstebit ve dikta yapıyı, statükocu bürokrasiyi aşacak güçte değil. Ancak, AB’ye girerek bu handikaplar aşılabilir. Tıpkı, çok partili hayata Batı’nın baskısıyla geçildiği gibi.
Bu iktidar, AB meselesini 2004’ten beri ademe mahkûm etmiş, Anayasa değişikliğini rafa kaldırmış. Ne başörtüsü, ne Kur’ân kursu yaşı, ne vatandaşın elini kolunu bağlayan Partiler Kanunu, ne diğer hak ve hukuk meseleleri açılımı sağlayabilmiştir. Yani, hak ve hürriyetlerin üzerinden geçen tankların, 28 Şubat sürecinin icraatlarına dokunamamış, dokunamıyor.
Bunlar ortada dururken açılımın başarıya ulaşması mümkün olabilir mi?
Bunun sebebi, demokrat tabandan gelmemesi, demokrasi ruhu taşımaması, böyle bir alışkanlığının, anlayışın olmamasıdır.
Aslında Kürtçe serbestiyeti, başörtüsü meselesi, Kur’ân kursuna gitme yaşı, demokratik açılım gibi mevzular, anayasa ile hak ve hürriyetler çerçevesinde halledilmesi gereken meselelerdir.
Anayasa ve AB gibi temel meselelerde ameliyat-ı cerrahiye lâzımdır. Aksi halde, palyatif, sun’î tedaviler, pansumanlar, bu hastalıkları ortadan kaldırmaya kâfî değildir.
İktidarın eskiden beri yaptığı çalışmalar, ancak kitleleri rahatlatmaya ve seçimlere yönelik kolonya serpme şovlarından öteye gidemez.
Dipnotlar: 1- Mektubat, s. 417.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.