"Âhar tavr ve üslûb-ı mergûb üzre..."

"Âhar tavr ve üslûb-ı mergûb üzre..."

1563 senesi Muharrem'in son günü Kanunî Sultan Süleyman, seher vakitlerine Halkalu Deresi civarında avlanmaya karar verdi; hava bir miktar bulutlu olmakla birlikte endişe verici bir alâmet görünmüyordu.
Deniz kıyısında Ayestefanoz demekle maruf köy [Yeşilköy] civarında İskender Çelebi bahçesi denilen yere yaklaşıldığında gökyüzü, o güne kadar görülüp işitilmemiş garip ve dehşetli gökgürültüsü ve şimşeklerle parçalanmaya, ufuklar "güm be güm gümleyüb" sarsılmaya başladı. Dehşetli fırtınalarla birlikte yağmur bir gün ve bir gece azalmaksızın devam etti; şâhitlerin ifâdesine göre civara 74 adet çok büyük çaplı yıldırım düştü. Ertesi gün öğleden sonra Halkalu Deresi'nden deryâ gibi sel gelip yatağının üstündeki bütün canlıları helâk etti ve bu esnada İskender Çelebi Bağçesi'ni de kuşatıp, köşk içine girerek binayı temelden yıkayazdı. Padişahı, içoğlanlarından iriyarı bir delikanlı sırtına alıp yerden yüksekçe bir dolabın (musandıra) üstüne çıkararak selden kurtarabildi. Bunun üzerine pâdişah yüzünü şükran secdelerine sürerek fukaraya dağıtılmak üzere büyük miktarda sadakalar verdirip kurbanlar kestirdi.

O gece yağan yağmurun kudurttuğu sel suları, henüz yenilerde [müceddeden] yapılmış su yollarının kemerlerini süprüntü ile doldurup, "irkilen sular" kemerler üzerinden aşarak su kemerleri ve köprülerine büyük zararlar verdi; gece ortasında "Mağlava" diye bilinen su kemeri, korkunç bir gürültüyle yıkıldı ve öteki su kemerleri de çökerek sel sularıyla deniz birbirine geçti. [Sel öyle kuvvetliydi ki] Kağıthane'deki yüksek çınar ağaçlarının üst dallarında bile [!] selin sürüklediği çer çöpün (hâr u hâşâk) belirtileri görülebiliyordu. Kağıthane Deresi'nden gelen sel, Ebû Eyyûb Ensârî'ye doğru akub, Türbe-i şerîfin -ki deniz seviyesine göre hayli yüksekçe bir yerdir- içine doluşup bir zirâ [yarım metreden fazla] kadar yükseldi; Haliç'e ve İstanbul limanına sığmayınca, sahildeki kasırlar ve şahnişinli evler dayanamayıp yıkıldılar. Bunların içinde "ziyâde istihkâm üzre olan halâs oldı". Ve Sarây-ı Amire burnı[nda] ki, gayet akındıludur, bir haftadan fazla denizin rengi değişti. Kasaba-ı Silivri'de olan köpri ve Büyük Çekmece'de ve Küçük Çekmece'de Harâmî Deresi'nde ve her ne yerde istihkâm üzre köpriler varsa, bu dehşetli selin kudretine dayanamayıp yıkıldılar. Bu civarda yolcuların geçmesi için gemiler tedârik olundu.

Ve bu esnâda Halife-i rûy-ı zemîn-i zemân, asayişin temin edilmesinden sonra cümle devlet erkânıyla birlikte su kemerlerinin üstine, yıkılan yerleri görmeğe varub, Ser-Mi'mârân ve Mühendisân-ı Devrân Sinan Ağa'ya hil'atler giydirüb, "Âhar tavr ve üslûb-ı mergûb üzre müceddeden her ne denlü mâl-ı ferâvân sarf olunursa makbulümdür" diye buyurub...

Yukarıdaki pasajları, Prof. Dr. Mehmet İpşirli tarafından yayınlanan Tarih-i Selânikî'nin ilk cildinin ilk sayfalarından, kısmen sadeleştirerek iktibas ettim. Demek oluyor ki,

-Ramazan ortasında uğradığımız fakat şimdi unutmaya başladığımız sel felâketi, bölge topoğrafyasının tabii mûtadı, alışkanlığıdır. Sair kroniklerde büyük ihtimâl, bölgeyle ilgili başkaca sel kayıtları da vardır.

-Alıntıda çok dikkat çekici ifâde, yıkılan bina ve köprüler içinde "ziyâde istihkâm üzre olanların halâs" olduğu ve ayakta kaldığıdır. Tarih böyle de işe yarıyor: Binâyı sağlam yaparsanız korkulu rüyâ görmezsiniz.

-Bir başka dikkat çekici ibâre, Kanunî'nin Mimar Sinan'a tenbihindeki birkaç müthiş inceliktir; diyor ki pâdişah, "Âhar tavr", yani "günün son teknolojisine uygun" yapacaksın ve "Üslûb-ı mergûb" üzre, yani medeniyetimizin estetik kavrayışına hitab eden tarzda yapacaksın ve "bu uğurda ne kadar para harcarsan, kabulümdür; ödeyeceğim".

Bayıldım şu siparişin kompozisyonuna; bir cümlede medeniyet dersi.

Aziz sütun komşum Ahmet Selim Bey'e rahatsızlığı sebebiyle âcil şifâ ve ifâkat diliyor, yazılarını bir an evvel okumak için sabırsızlanıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi