Böyle olur ulus-devletin ulusu
Önceki gün Zaman yazarlarından Abdülhamit Bilici çarpıcı bir çelişkiye dikkat çekti. Bir yandan 'Osmanlı'ya ve temsil ettiği değerlere ilgisi artan toplum', öte yandan da gayrimüslimleri tanımayan, onları mahallelerinde istemeyen, devlete sokmaya yanaşmayan bir toplum var. Haklı olarak soruyor sevgili Abdülhamit; 'sahi, biz hangisiyiz?'
Biz, farklı olanla yaşamayı unutan bir toplumuz. Önce İttihatçı, sonra da Kemalist ulus devlet pratiği 'farklı olan'ı düşman ilan etti; ya sürdü onları veya mübadeleyle gönderdi. Kalanları da yıllarca taciz etti, göçe zorladı.
Bugün % 99'u Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Hep söylüyorum; bu topraklar tarihin hiçbir döneminde üzerinde yaşayan etnik ve dinî topluluklar bakımından bu kadar 'türdeş' olmadı. Başardık 'biz bize' kalmayı. Ancak 'öteki'nden kurtulunca, bu defa 'kendimiz'i ötekileştirmeye başladık; başörtülü, Kürt, liberal, vs... Yani 'türdeşleştirme' çabalarımız dur durak bilmedi. 'Tek' ulus, 'tek' mezhep, 'tek' dinî yorum, 'tek' ideoloji, 'tek' parti yaratma projeleriyle 'tektipleştirme' mühendisliğine devam ettik. 'Tektipleştiremediğimizi' de 'öteki' deyip düşman belledik.
Aslında bu, sürekli 'kendimiz'le kavga haliydi. Gayrimüslim de 'kendimiz'dik, başörtülü de, Kürt de... Unuttuğumuz, unutturdukları buydu. Bir de; toplumsal çeşitliliğini muhafaza edebilen bir Türkiye'de devletin bu kadar ceberrutlaşamayacağı gerçeği. Olmadı, bir grubu yok etmek için bir başka toplumsal grubun desteğini almayı başardı devlet. Bu 'dev'i biz yarattık; bugün de ehlileştirmeye çalışıyoruz.
Dar, farklılıkları düşman olarak değerlendiren, varlığını hep tehdit altında gören bir ulus devlet geçti üzerimizden. Ürettiği 'birlik ve beraberlik' mitiyle, dört yanımızın düşmanlarla çevrili olduğu hikâyeleriyle, kafasını, ya içerideki ya da dışarıdaki 'düşman'a takmış bir devlet bu.
Bu ulus devletin yarattığı siyasal kültürden, düşman algısından, emniyetsizlik hissinden neredeyse kimse kurtaramadı kendini. Müslüman'ı da, liberali de sosyalisti de... Nihai tahlilde 'devletin bekâsı' sorunsalına odaklı siyasal kültür herkesin iliklerine kadar işledi. Eğer birileri 'tehdit' olarak tanımlanmışsa (ki bunlar solcular, Kürtler, Aleviler, ülkücüler, İslamcılar, liberaller vs. olabiliyordu zaman ve konjonktüre göre) 'imha' edilmeleri 'meşru'ydu. Bu gruplardan tehdit ilan edilmeyenler de destekledi bu imha projelerini...
Yani mevcut Türkiye toplumunun 'öteki' algısı büyük ölçüde İttihatçı ve Kemalist 'ulus devlet'in eseri. Demokratik, çoğulcu, farklı kimliklerle barışık bir ulus devletin değil. Tam da aksine 'Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığını' her fırsatta dillendiren, en büyük gazetesinde 'Türkiye Türklerindir' sloganının dalgalandığı, sistematik bir şekilde farklı olanların dışlandığı, ötekileştirildiği bir ulus devlet.
Böyle bir ulus devletin altında Rum'u, Ermeni'yi, Yahudi'yi tanımadı halk. Şimdi de istemiyor. Rum, Ermeni veya Yahudi bir komşusu, arkadaşı, meslektaşı olmadı; onlara ilişkin 'kişisel' bir tecrübesi yok, çünkü ülkesi 'arındırılmıştı' çoktan. Yargısı var ama... Devletin gayrimüslim vatandaşlara yönelik genel tutumundan varılan bir yargı bu; vatandaş da olsalar 'gayrimüslimler' tehlikeli, güvenilmezdir. Baskın Oran Hoca kaç defa yazdı; devletin yüksek bürokrasisi, yüksek yargısı onlara 'yerli yabancı', 'yabancı uyruklu TC vatandaşı' sıfatını layık gördü, mülklerine el koydu, okullarını kapattı.
Şahin Alpay'ın dünkü tespiti doğru; 'Sorun, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen "hepimiz Türk'üz, hepimiz devletin uygun gördüğü Sünni İslam yorumuna inanırız" şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor'.
Bu politikalarla, bırakın gayrimüslimleri, Müslüman Kürtlerle bile birlikte yaşamakta, onları 'kendi' bilmekte, anadillerine saygı duymakta zorlanan bir millet yaratıldı.