Laiklik 'hırsız ve dolandırıcı'lara kaldıysa!
Malûm, “yükseköğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasını” öngören Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül tarafından önceki gün akşam saatlerinde onaylandı... Bu onaylamayla, Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinin son fıkrasına, “... ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi eklenmiş oldu... Bu değişiklikle madde, “Devlet organları ve idari makamları, bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır” haline geldi...
Anayasa’nın, “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesine ise, “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir” şeklinde yeni bir fıkra eklendi.
Böylece; “millî iradenin tecelligâhı” olan Meclis tarafından “411 oyla” yani “millî iradenin yüzde 80’i” tarafından yapılan Anayasa değişikliği, “devletin başı” tarafından da onaylanmış oldu ki; işte bu “devlet-millet mutabakatı”nın bir göstergesidir!..
BUGüNE KADAR NİYE BEKLEDİ?
Sayın Cumhurbaşkanı; “değişikliği niçin geç onayladığını” açıklarken bir ifade kullanıyordu... Bu ifade, daha doğrusu bu gerekçe gerçekten de çok önemlidir.
Köşk’ten yapılan açıklamada deniliyordu ki;
“Sayın Cumhurbaşkanımız, meselenin anayasa değişikliğine gerek kalmadan partiler arasında sağlanacak bir mutabakatla çözümü için sivil toplum örgütlerinin başlattıkları iyi niyetli girişimlere fırsat vermek amacıyla bir süre beklemeyi uygun bulmuşlar ve bu girişimlerin sonuçlanmasını beklemişlerdir.
Ancak, kanunların yayımlanması için Anayasanın 89. maddesinde öngörülen süre içinde söz konusu girişimlerden bir sonuç alınamayacağı anlaşılmıştır.
Bu sebeplerle, anılan kanun Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89. ve 104. maddeleri uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir.”
Bu açıklama çok önemlidir...
Açıklamadan da anlıyoruz ki; sivil toplum örgütleri hep “söylenmişler” ve fakat hiçbir şey “söylememişler”dir!..
Oysa; “söylenmek” ayrı bir şeydir, “söylemek” farklı bir şey!
“Söylenen”ler, hiçbir şey “söylemez”ler!..
Bağırırlar ama konuşmazlar!..
Sadece “slogan” atarlar!..
BİRAND, SANKİ MİLİTAN BİR LAİK!
Anayasa değişikliğinin Meclis’te kabulünden sonra, “söylemek” yerine “söylenen”leri çok gördük!..
“Militan laikliğe” soyunanları da!..
Bunun en önde gelenlerinden biri de 32. Gün programının yapımcısı ve sunucusu Mehmet Ali Birand idi.
Hakkını teslim etmek gerekir ki, “başörtüsüne serbestlik verilmesin” diye, Birand; “militanca bir çaba” sarfetti!..
“Laikliğe sahip çıkmak” için öyle programlar yaptı ki; ne “objektiflik” kaldı ortada, ne “kural” ve ne de “ahlâk!”
“Eskimiş dosya”ları bile indirdi “tozlu raf”lardan!..
Yıllar önce, güya “oruç tutmadığı” için öldürülen gencin anasını da konuşturdu, “kendi aralarında kavga” yapan ve fakat “oruç tutmadığı” için dayak yediğini iddia eden “TRT’ci”yi de!..
Ne yalan söyleyeyim;
“Kapanmış dosyaları” yeniden açıp, bir anlamda “mahalle baskısı”na delil göstermeye çalışan, tabiî bu arada tam bir “militan laik” gibi davranıp “provokatörlük” sergileyen M. Ali Birand’ın ruh hali, bana; “acaba suçlular dayanışması mı?” sorusunu sordurttu!..
Bir de şunu sordum, kendi kendime:
“Laikliği savunmak bu adamlara mı kaldı?.. Eğer öyleyse vay laikçilerin haline!”
Şu hâle bakın;
Laikliğe sahip çıkmak için “Cumhuriyet mitingleri” düzenleyen Tuncayım özkanım’dan sonra CHP Milletvekili Prof. Necla Arat’ın da “intihalci” olduğu, yani başkasının yazdığı eserlerden “aşırma” yaptığı, Türkçe ifadesiyle “hırsızlık” yaptığı ortaya çıktı!..
Vah “laikçiler” vah!..
Bir yanda “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları, bir yanda “emeğe saygısızlık!”
Sadece Tuncayım özkanım ve Necla Arat değil; biliyorsunuz M. Ali Birand da “dolandırıcılıktan mahkûm” olmuş ve hatta bu suçu Yargıtay tarafından da onaylanmıştı!..
Evet, “TRT’yi dolandırmış”tı M. Ali Birand!.. İddialara göre, “karısının iç çamaşırlarının faturası”nı bile TRT’ye ödettirmişti!..
ACABA SOKAĞA çIKABİLİR MİYDİM?
Ben, hiçbir şey demiyorum... çünkü, Hürriyet’teki 3 Ocak 2002 tarihli köşesinde Emin çölaşan denilmesi gerekeni demiş ve şunları yazmış:
“Mehmet Ali Birand’ın TRT’deki icraatı henüz belleklerden çıkmadı.
Orada program yaparken TRT’yi, yani devleti göz göre göre dolandırmış ve epeyce parayı sahte belgelerle, şişirilmiş ve üzerinde oynanmış faturalarla cebe indirmişti. Sonunda yakalanmış, Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış, suçu sabit görülmüş ve 11 ay 20 gün hapis cezası almıştı.
Bu ceza Yargıtay tarafından onanıp kesinleşmişti. Cezası ertelendi. Mahkeme 10 gün daha fazla hapis verseydi, bu değerli gazeteci (Allah korusun!) içeri girmiş olacaktı.
Ancak Birand’ın yaptıkları bununla da kalmıyordu. Yine TRT’de yaptığı başka sahtecilikleri de vardı. O dosyalardan da yargılandı, bu kez suçu mahkeme tarafından sabit görüldüğü halde, zamanaşımı nedeniyle dava düştü.
Bunları o zaman da bütün belgeleriyle yazmıştım. İmza taklitleri, parası devletten tahsil edilen düzmece faturalar, üzerindeki rakamlarla oynanıp şişirilmiş faturalar Mehmet Ali Birand’ın eseriydi.
Bir an düşünüp kendimi onun yerine koyuyorum. Ben böyle bir şey yapsaydım, yaptıklarım belgelenseydi, o durumlara düşseydim, acaba sokağa çıkabilir miydim?
Değil köşe yazıları yazmak ve televizyonda canlı yayın yapmak, tanıdığım ve sokaktaki tanımadığım insanların yüzüne utancımdan bakabilir miydim?
Yoksa ben de sırıtarak ve elimi koluma sallayarak ortalıkta gezinmeye devam eder miydim?”
Gelin görün ki, Birand; “utanç” filan duymadan insanların yüzüne bakabiliyor, dahası Kanal-D’de program yapmaya devam ediyor!..
üstelik de, “suçlu” sayılabilecek insanları ekrana çıkarıp, onları “haklı” ve “mağdur” göstermeye çalışarak, bir anlamda “suçluların dayanışması” örneği veriyor!..
Kendisi de “tescilli dolandırıcı” ya!..
BAYBURT’TAKİ OLAYIN ASLI
Geçen Perşembe akşamı da aynısını yaptı... “Şarküteri” açmak için izin alan ve fakat yasalara aykırı olarak “açıktan içki servisi” yaptığı için Bayburt Belediyesi ile takışan bir adamı ekrana çıkartıp, onun sırtından “mahalle baskısı edebiyatı” yapmaya yeltendi...
Ne var ki; adam “Birand’ın aradığı malzeme”yi vermeyince, apar-topar ekrandan uzaklaştırıldı.
Ne yalan söyleyeyim, bu olayın “2 yıl önce” meydana geldiğini ve “provokasyon” amaçlı olduğunu bilmeme rağmen, muhabir arkadaşlarımdan “olayın aslı”nı araştırmalarını rica ettim.
Araştırma sonunda bana verdikleri bilgi şu:
“32. Gün programına çıkan İsmail Köse, 11 Temmuz 2005 günü şarküteri için Bayburt Belediyesi’ne başvurdu ve Yunus Şarküteri isimli işletmeyi faaliyete geçirdi.
Bir süre sonra belediye ekipleri, ruhsatında olmadığı halde içki sattığını, ayrıca dükkânın arka bölümünde açık içki servisi yaptığını belirledi.
çeşitli defalar uyarılan İsmail Köse, bu kanun dışı faaliyete devam edince Belediye Encümeni’nce 21 Temmuz 2005 günü 123 YTL cezaya çarptırıldı.
Cezaya yaptığı itiraz reddedilen İsmail Köse, içki satmaya ve açık içki servisi yapmaya devam edince Belediye Encümeni bu defa Yunus Şarküteri hakkında 28 Temmuz 2005 günü 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 34. maddesine riayet etmediği gerekçesiyle kapatma cezası uyguladı.
İsmail Köse kapatma kararına Trabzon İdare Mahkemesi’nde itiraz ederken mahkeme 12 Eylül 2005’te Belediye Encümeni’nin işleminin yürütmesini durdurdu...
Bayburt Belediyesi’nin, dâvâyı Bölge İdare Mahkemesi’ne taşıması üzerine, bu defa Belediye lehine karar çıktı.
Bölge İdare Mahkemesi, belediye ruhsatına da alkollü içki yazılmasının gerektiğine, Yunus Şarküteri’nin ise bunu yerine getirmediğine karar verdi.
Daha sonra İsmail Köse, belediyeye başvurarak Tekel Bayii açmak istediğini bildirdi. Gerekli başvuruları yaptı ve kendi ismine Genç Osman Mahallesi’nde Tekel Bayii açtı.
BASKI OLSA, 4 TANE TEKEL BAYİİ OLUR MU?
Halen de, “Tekel Bayii”ni işletmeye devam ediyor...
Ve hatta, belediye sınırları dışında bir de “gazino”su var!
Muhabir arkadaşlarım, AK Partili Bayburt Belediye Başkanı sayın Bekir çetin ile de görüşmüşler...
Birand’ın programını o da izlemiş.
Söyledikleri şu:
“Kanal D’nin yayınını provokasyon olarak görüyorum. Bayburt’ta böyle bir sorun yok. 2 sene önce de bu arkadaşımız şarküteri ruhsatıyla içki satmaya ve dükkânda açık içki servisi yapmaya çalışıyordu. Bizim Tekel Bayii ruhsatı alması yönündeki telkinlerimizi dinlemeyince, dükkânı kapattık. Trabzon Bölge İdare Mahkemesi’nden lehimize karar çıktı. Sonra Tekel Bayii ruhsatı ile başvurarak dükkânını yeniden açtı ve işletiyor şu anda. İçki satışını engelleyen yok. Hatta belediye sınırları dışında bir de gazino açtı.
Başörtüsü konusu gündeme geldi diye içki içenlere baskı varmış havası oluşturmaya çalışıyorlar. Bayburt’ta asla böyle bir şey yok. İlimizde İsmail Köse ile birlikte 4 kişi Tekel Bayii işletiyor. Benim müsaade etmediğim olay, şarküteride bunu yapamayacağı, içki satmak için Tekel ruhsatı olması gerektiğiydi.
32. Gün’de İsmail Köse belediye ile problemi olmadığını söylemek isterken yayını kestiler. Almak istedikleri malzemeyi alamayınca yayını kapattılar. Canlı yayın olsaydı bağlanıp doğruları söyleyecektik ama paket yayınmış, bir şey yapamadık.”
Olayın aslını, sanıyorum yeterince öğrendiniz...
Ve gördünüz, “nasıl bir tezgâh” döndüğünü!..
Görüyorsunuz ya;
“İki yıl önceki” bir olay, “daha yeni olmuş gibi” gösteriliyor!..
Tamamen “yasal prosedürler”den kaynaklanan bir sürtüşme; “Bayburt’un evliyalar yatağı olmasına” ve bu yüzden “içki ruhsatı verilmemesi”ne kadar götürülüyor!..
Kim götürüyor bunu?
“Tescilli dolandırıcı” Birand!..
Hani, “bozacının şahidi şıracı” derler ya; görüyorsunuz işte, “içkici”nin savunucusu da “dolandırıcı” oluyor!..
Anlayacağınız, tam bir “suçlular dayanışması!”
SAĞLAM MALZEME BULUN!
Söyleyin Allah aşkına;
Cumhuriyeti savunmak, laikliğe sahip çıkmak böyle “hırsız ve dolandırıcı laikçiler”e kaldıysa, “Vah!.. Vah!.. Vah!..” demez misiniz?..
Ne diyordu sayın Cumhurbaşkanı;
“Kanunların yayımlanması için Anayasa’nın 89. maddesinde öngörülen süre içinde STK’ların söz konusu girişimlerinden bir sonuç alınamayacağı anlaşılmıştır.”
Nasıl netice alınsın ki;
Kimi “dolandırıcı”lığını örtbasla meşgul, kimi de “hırsız”lığını!..
Bir yandan da, “laikliğin militanlığı”nı yapmaya kalkmıyorlar mı, işte ona çok gülüyorum!..
Hani, “akıllıca” militanlık yapsalar, yine dert değil...
Ama birader, laikliği de “maskara” ettiler bunlar!..
“İflas etmiş tüccar” gibi, “eski defter”leri karıştırmaya devam ederlerse, korkarım daha çoook güldürürler kendilerine!..
Sonuç itibariyle, şunu söylemek istiyorum: Bu ülkede; “çürük malzeme” kullanan ve “malzemeden çalan” müteahhitleri içeri atıyorlar ama “çürük malzemeden program” yapanlar ve “malzeme çalan”lar, hâlâ ellerini-kollarını sallayarak “laiklik militanlığı” yapıyor!..
İşte ben de, bunu anlayamıyorum!..
---------
Kartel, operasyonu niye beğenmedi?
Kartel gazeteleri ve televizyonlarını anlamakta zorlanıyorum... "Genelkurmay'dan akredite" olmalarına rağmen, adeta "düşman" gibi yayın yapıyorlar!..
"Haritaları" açıyorlar önlerine ve "hangi askeri birliğin nerede konuşlandığını" tek tek anlatıyorlar!..
üstelik, "kara harekâtı"nı da beğenmeyip, neredeyse "göstermelik operasyon" demeye getiriyorlar!..
Oysa, daha düne kadar, "Kuzey Irak'a girilmesini ve PKK kamplarının birer birer dağıtılmasını" isteyen kendileriydi!..
Hâl bu iken; "Hükümet"ten sonra, Genelkurmay ile de "papaz" olmalarının esbab-ı mucibesi nedir, inanın anlayamadım!..
Genelkurmay'dan, "örtü konusunda bekledikleri tepkiyi göremedikleri" için mi, yoksa "operasyon düğmesine kendileri basmadığı" için mi?..
"Gir içeri!.. Vur!.. Kır!" demeden "operasyon" başladığı için mi burun kıvırıyorlar acaba?..
Kimbilir, belki de öyledir!..
Belki de; "Bu ülkede operasyon yapılacaksa, ona da biz karar veririz" demek istiyorlardır!..