Serdar Arseven

Serdar Arseven

Herkesin bir işi var, bizim de işimiz gücümüz bu!..

Herkesin bir işi var, bizim de işimiz gücümüz bu!..

Dün Sabah YÖK Başkanlığı’na gittim.
Neydi işim?..
Hani, Vakit’in manşetinde “Dalan’a 7 Trilyon” ifadesini gördünüz ya...
Altında da, “Örgüt sanığı Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı döneminde, örgüt firari sanığı Bedrettin Dalan’ın Yeditepe Üniversitesi’ne 7 trilyon aktarıldığı ortaya çıktı” yazıyordu hani.
Başka işim yokmuş gibi bu meselenin tâkibindeydim!..

Mevzu şu:
YÖK Kanunu’nun EK 18. maddesinde birtakım şartlar var; vakıf üniversitelerine bu şartları yerine getirme durumlarına göre “para” yardımları yapılıyor hazine tarafından.
Senin paran, benim param dağıtılıyor özetle.
İşte... Vakit Yayın Kurulu’nun önceki gün manşete çektiği haber, “28 Şubat döneminde” bu paraların “adamına” göre dağıtıldığı iddialarını yansıtıyordu.
YÖK’ün “28 Şubatçı tahakkümü” altında olduğu devirlerde...
Üniversite’nin birine “Tarikatçı” diye zırnık koklatılmazken; bir diğerine “ekipten” olduğu için trilyonlar akıtılıyormuş!..
“Müfettiş iddiası” bu!..
Belgesi mi?..
Bol.
Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’ndan, Maliye Bakanlığı Bütçe Kontrol Müdürlüğü’nden çıkma belgelerde “Hazine yardımı almak için gerekli olan şartların yerine getirilmediği”, “kayıtlarda tutarsızlıklar olduğu” yönünde bir dolu ifade yer almakta...
Yorulan züğürdün çenesi işte;
Dalan’ın Üniversitesi iyi para almış, aynı dâvânın “hasta” sanığı olan ötekinin üniversitesi de öyle.

Bir zamanlar; yani bugünkü “Silivri Sanıkları”nın YÖK’te hükümranlık sürdüğü günlerde kayırmalar yapıldı mı yapılmadı mı?..
Bunlar o paraları hak ederek mi aldı?..
Yoksa...
Yoksa!..

Haberi okuyan vatandaşın kanaati belli ya;
sabahın erken saatlerinden itibaren bir arıyor ki bendenizi... Sanki ben YÖK Başkanı’yım ya da YÖK Denetimi’ne yön verenim...
Diyor ki vatandaş;
“Bu paralar, Hazine’de YÖK’te çalışanların, oralarda sefa sürenlerin değil!..
Benim...
Benim!..
Benim boğazımdan kestiler, bu paraları bugünün ‘sanıklarına’ aktarmak için!..
Benim maaşımı kuşa çevirdiler, benim emekliliğimi tehir ettiler!..
Şimdi, bu yeni YÖK yönetimi, olanın bitenin üzerine gitmeyecek mi?..
Eski defterleri karıştırıp, ‘Gel bakalım, bu ne, bu ne, ya bu ne!’ diye sormayacak mı?..
Bir oyun mudur sergilenen, dosyaların zaman aşımına uğraması mıdır beklenen?!..”
Böyle ağır ifadeler kullanılınca; “Mevcut Başkan, son derece düzgün bir Bilim Adamı, yeni kadroda çok dürüst bilim adamları var” dedik.
“Onlara böylesine ağır ifadelerle yüklenmek doğru olmaz” dedik.
“Durun bakalım, belki de Dalan’ın üniversitesi trilyonları hak ettiği için almıştır” dedik.
Dedik dedik de...
Dinleyen kim!..

Ya ben ne yapayım; işte bizim gazete yapmış yapacağını... Kamuoyuna duyurmuş, yetkililere seslenmiş...
Yetmez mi?..

Iııh, yetmez!.. Onu herkes yapar, VAKİT dediğin sonuna kadar tâkip edecek... Ve sonuç alacak!..

Madem okuyucum böylesini istemekte... Ver elini Bilkent!..
Gittim YÖK’e ve dikildim yetkililerin karşısına...
Ve dâhi; “Bizim okuyucu fevkalade ısrarlı” dedim!..
“Aha bu dosya!..”
“Aha bu da içindeki belgeler!..”
Ve bu da dibine imzamı çaktığım “Dilekçe!..”
Ey, YÖK Denetimi...
Ey, bu zamanın YÖK’ü...
Olanı biteni “lütfen” denetle...
Düş geçmişin peşine; varsa bir yamuk, yapış sorumluların yakalarına...
Ve de... “Alın size fatura” de!..
Yoksa yanlışlık, onu da açıkla...
De ki mesela; “28 Şubat sürecinde hiç ama hiç böyle şeyler olmamıştır... Her bir şey usulüne uygundur, filanca üniversite hazine yardımını hak etmediği için alamamış, ötekiler ise trilyonları hak ettikleri için almıştır!..”
Böyle de...
Ve, her bir şeyi akıllarda en ufak bir soru işareti kalmamacasına anlat, “trilyonları” seve seve ödeyen bu aziz millete!..

İşte bu ruhla... Gittim verdim dosyayı ve dilekçeyi.
Şimdi; o zamanlara dair bütün dosyalar açılacak...
“Bir üniversiteye hangi sebeplerden dolayı ‘zırnık koklatılmadığı’, diğerlerine ise hangi sebeplerden dolayı, ‘Ver, ver, ver, ver, Ver Allah’ım ver!’ tarifesi uygulandığı” ortaya çıkacak...

Ey okuyucum; tamam mı... YÖK’e gidip dilekçeyi basmakla, evrakları teslim etmekle vazifemi yaptım mı?..

Oradaki bir görevli arkadaşın, “Helâl size valla, bunu ancak siz yapabilirsiniz, çünkü siz gerçekten de bağımsız gazetesiniz” demiş olması, beni ziyâdesiyle memnun etti ama...
Sabahın erken saatlerinden itibaren bizi arayarak hayra yönlendiren okuyucumun takdiri bin kat daha önemli...
Ne dersin güzel kardeşim, “Hakkın helâl mi?..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi