Üniversite ne zaman özgür olacak?
12 Eylül çoktan mevta oldu sanıyor bazılarımız; ama o, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda yaşıyor. Ülkedeki değişimi, demokratikleşme sürecini görmeyenlerin, anlamayanların uygulamalarıyla yaşıyor.
Dün Radikal'in manşetten verdiği haber hakikaten doğruysa 12 Eylül ruhunun dimdik ayakta olduğunun ispatıdır. Ve çok acıdır bu; düşünce ve ifade özgürlüğü adına değil sadece, üniversitelerimiz ve üniversiteleri yönetenler adına da acı bir durumdur.
Özgür Sevgi Göral, Yıldız Teknik Üniversitesi'nin sınavına girip başarılı olduğu öğretim görevlisi kadrosuna atanmamış. Gerekçe; katıldığı bir TV programında dile getirdiği görüşleri. Böyle bir şeyin olabileceğine inanamıyorum. Birileri Göral'ın görüşlerini 'zararlı' ve yükseköğrenimin amaçlarına aykırı bulmuş. Göral'ın idare mahkemesine açtığı yürütmenin durdurulması davasında YTÜ, söz konusu kişinin 'o programdaki beyanları nedeniyle ders anlatamayacağını ve kadroya layık olmadığı'nı öne süren bir savunma yapmış. Dayanak da 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'ymış. Çünkü bu yasa; 'Yükseköğretimin amacı öğrencilere Atatürk milliyetçiliğine bağlı, hizmet bilinci, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici irade gücü kazandırmaktır' diyormuş.
Ayrıca mahkemeye gönderdiği savunmada YTÜ, 687 sayılı kanunun 'devlet memurları hiçbir şekilde siyasî ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamaz ve bu eylemlere katılamaz' hükmünü hatırlatmış.
Bu haber hakikaten doğru mu? Bir öğretim üyesinin atanması kamuoyuna açıkladığı görüşlerinden dolayı, ama 'mevzuat gereği' engellenmiş midir?
Ben inanmak istemiyorum böyle bir yorumun, uygulamanın olabileceğine.
Ülkenin Başbakan'ı çıkıp aynı üniversitede, 'Farklı düşünceler zenginliktir. Bunlar tartışılarak, çatıştırılarak, müzakere edilerek 'hakikat güneşi' bulunur. Tek sesliliği, tek renkliliği, tek tipi dayatanların ülkemize de insanımıza da eğitim kalitemize de ne kadar zarar verdiğini gördük.' diyor, ama 'aydınlanmış' profesörlerin yönettiği üniversitede öğretim elemanları düşüncelerine göre atanıyor veya atanmıyor.
Toplumun ve siyasetin gerisinde kalan bir tablo karşısındayız. Özgürlüğün, özgünlüğün ve özerkliğin önderliğini üniversitenin yapmasını beklemekle galiba hata yapıyoruz.
Bu yapılanı kimse 'bay mevzuat'a başvurarak haklılaştırmaya çalışamaz. Mevzuat dedikleri, darbe hukukundan başka bir şey değil, daha doğrusu hukuksuzluğundan. Üniversitelerde özgürlüğü esas almak yerine hâlâ darbe rejiminin ruhunu esas alan işler yapılıyorsa, bilinsin ki bu 'zamanın ruhu'na terstir.
Bu uygulama gerçekse, Başbakan Erdoğan üniversiteye göre çok daha özgürlükçü bir noktada duruyor demektir. Üniversite nasıl toplumun ve siyasetin gerisinde kalabilir ve hâlâ orada durabilir?
Bu durumda Başbakan, bürokrasinin başındakilere 'faşistleşme' imkânı veren yasalardan üniversiteleri kurtarmak zorundadır. 'Açılım'ı üniversiteye de taşımalıdır, çünkü 'açılım felsefesi'nin gerisinde kalan bir üniversite 'çağ'dan da 'toplum'dan da kopar.
Tanıdığım YÖK Başkanı, Profesör Yusuf Ziya Özcan özgürlükçüdür. Üniversitenin ayrımcılıkla anılmasından rahatsızlık duyar. Sadece başörtüsü ayrımcılığından değil, düşüncelere ve kimliklere uygulanan ayrımcılıktan da...
Üniversite, farklılıkların bir arada yaşadığı 'evrensel şehir'dir. Önceki yıl beş bine yakın öğretim üyesinin altına imza attığı 'Üniversitede Özgürlüğe Evet' bildirisinde ne demiştik:
"Öğretim üyeleri olarak bizler... üniversitelerin düşünce, ifade, din ve inanç özgürlükleri ile eğitim ve öğretim gibi en temel insan hakları karşısında yasakçı değil, özgürlükçü bir tavır alması gereken kurumlar olduğunu düşünüyoruz. Üniversitelerimizin çağdaş, uygar toplumlara yaraşır biçimde, özgürlüklerle ve bilim üretimiyle anılmasını istiyoruz. İstisnasız her demokratik ülkede olduğu gibi üniversitelerimizde de kılık-kıyafet serbestliğinin; hiçbir din, inanç, düşünce, ırk, grup ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün öğrencilere tanınması gereğine inanıyor; aksi yöndeki tüm düzenleme ve uygulamalara bir an önce son verilmesini talep ediyoruz."
Özellikle imzası bulunan dostlar için bir hatırlatma...