Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Hüzün hakkımdır benim!

Hüzün hakkımdır benim!

Ramazana denk geldiği için bir şey söylemedim, ama her Eylül yüreğimi hoplatır benim...
Geldi geçti, tamam da biraz biraz deldi geçti yine...
Bahçemdeki ağaçlarımın yapraklarına yine sarı hüzün dadandı...
Bahçemdeki güllerin renklerinin her gün biraz daha matlaşmasını izlerken, yine derin bir ölüm sessizliğine ve yalnızlaşma duygusuna kapıldım...
Yüreğim, ağaçlarımın yapraklarına çöreklenen sarı hüzne hüzünlendi.
Adı üstünde işte: Hâzân mevsimi...
Hâzân hüzündür aynı zamanda.
Ne hikmetse ayrılıklar çoğunlukla bu mevsimde yaşanır. Belki de bu yüzden, her hâzân insan yüreğinde acımtırak bir lezzet bırakır.
Eylül ayı, hüzün dünyasının giriş kapısı, Ekim ise katmerli hüznündür!..
Buna rağmen kendine mahsus bir rengi, bir ahengi var: hayatın tadı sarışındır Ekim’de. Neden sonra beyaza bürünür.
Bütün sonbaharı ve kışı elbette hüzünlü geçiremez insan; kendimizi yeniden yapılandırmaya çalışır, bir şekilde yola devam ederiz...
Ama korkmayın! Hüzünlü olmak ille de moralsiz olmak değildir... Yıkık-çökük, kırık-dökük olmak da değildir...
Hüzünlü olmak, hayatın en ince detaylarına kadar inmektir bence; daha bir duyarlı, daha bir dikkatli yaşamaktır. Bu da, aslına bakarsanız, diğer zamanlardan daha yorucudur.
Çünkü hayatın diğer zamanlarda fark etmediğiniz nüanslarını o hüzün anında fark edersiniz. Hüznünüz katlanır. Ne var ki, daha derin yaşarsınız.
Hayat da zaten derin yaşamak içindir. Binaenaleyh, hüzünlenmek insan için bir haktır! İçinizden geldiğinde bu hakkınızı ıskalamayın, kullanın!
¥
Kundera, “Hayatın provası yoktur” diyor. Her şey bir kerede yaşanacaktır. Yani bir yandan öğrenirken, bir yandan yaşayacağız.
İnsan yüreği yapaylık kaldırmaz, yapaylıkları bir süre sonra kusmaya başlar. Bu yüzden her şey tabii olmalı. İnsan, kendi inancının ve idrakinin meşruiyet zemininde özgürce yaşamalı. İçinde hüzün hissediyorsa, bunu saklamamalı: Çünkü hüzünleri ve sevinçleriyle hayat bir bütündür. Dolayısıyla “hüzün hakkı”, tıpkı mutlu olma hakkı gibi bir haktır!
Ekimlerde hüznü daha derinden hissederim. Buna rağmen mutlu olmak için pek çok sebebim olduğunu bilirim. Ne var ki bazen “bilmek” yetmiyor. Hatta bazen bilmek bile gerekmiyor, sadece yaşamak gerekiyor. Yani bazen bilmek mutluluktur, bazen bilmemek... Bazen hatırlamak, bazen de unutmak mutluluktur! İnsana hüzün de lâzım. Ağlamak gülmek gibidir: Zaten ağlamayı bilmeyen gülmeyi beceremez!..
Bazen de yürek yorgunluğuna uğrarsınız: Yaşadıklarınızla bir türlü yaşayamadıklarınız el ele verip yüreğinize abandılar! Böyle durumlarda sonsuz ve ölçüsüz yalnızlaşırsınız!
Gerçek anlamda yalnızlık nedir, bilir misiniz? Toplum sizi sever, sayar; lütfeder, alır sizi yüksek bir makama oturtur. Size iyilik yaptığını zanneder. Yükseklik korkunuz olup olmadığını kimse sormaz bile, söyleseniz de inanmazlar. Çünkü onların nazarında siz o kadar güçlüsünüz ki, korkmaya hakkınız yoktur! Üzülmeye, kırılmaya, kızmaya, incinmeye, küsmeye, kızdırmaya, incitmeye, küstürmeye de hakkınız yoktur! Çünkü siz toplumun malısınız, toplum sizi daima dinamik, güçlü, verimli, akıllı, mantıklı görmek ister...
Hülasa siz, sizi sevenlerin nazarında, Büyük Okyanus’ta bir transatlantiksiniz! Ne olmak istediğinizi kimse merak etmez bile... Birileri merak edip sorsaydı, yüreğinizdeki derin özlemleri açar, okyanusta bir transatlantik değil, küçücük bir martı olup küçücük bir yelkenlinin etrafında özgürce uçmak istediğinizi söyleyeceksiniz.
Kızmak istediğinizi söyleyeceksiniz... Sıradan biri olarak, sıradan bir hayat sürmek istediğinizi söyleyeceksiniz. Arada bir de hüzün hakkınızı kullanmak istediğinizi söyleyeceksiniz...
“Ah siz de mi Hocam?” diyenlere;
“Ne var bunda, ben de insan olarak hüzün hakkımı kullanıyorum” diye cevap vereceksiniz.
Ve hüzün hakkınızı içinizden geldiği gibi özgürce kullanacaksınız.
Ben hayat diye işte buna derim!
¥
Bence herkes zaman zaman neşelenip zaman zaman hüzünlenebilmeli... Yani herkesin hüzün hakkı var, ama kendini bırakmaya hakkı yok. Hüznü, kederi sürekli kılmamalı insan. En hüzünlü anımızda bile bilmeliyiz ki, hüzün bulutlarının üzerinde güneş daima parlamaktadır. Dağların bittiği yerde ovalar başlar. Tırmanmaktan yorulduğunuzda ovanın yakın olduğunu düşünün!
Ferhad, her kazmada suya (yani umuda ve sevdaya) biraz daha yaklaştığına inanmasaydı, kazma-kürekle koskoca dağları delebilir miydi?
“Vur kazmayı dağa Ferhad, çoğu gitti, azı kaldı!”
Öte yandan hayatı kimin daha doğru gördüğünü, düzgün yaşadığını, kimlerin daha iyi kavradığını kim bilebilir?
Hayatı mantıksal olarak tüm teferruatıyla plânladıklarını zannedenler mi hayatı daha doğru yaşıyor, yoksa inançlarına ve duygularına güvenenler mi? Siz ne dersiniz?
Ne derseniz deyin, ama çevrenizin pohpohlamalarına kapılmadan ve hayatınızı israf etmeden, sevdiğiniz, inandığınız gibi yaşayın...
İçinizden gelirse “hüzün hakkı”nızı kullanmaktan da asla çekinmeyin!
İnsan olmak, kimi zaman gülmek, kimi zaman ağlamak, kimi zaman sevinip kimi zaman hüzünlenmektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi