Ulusçuluk hastalığı!
Bir kavme, ırka, etnik kökene, millete mensub olmak tabiî bir durum. İçinden çıktığı toplumu sevmek ve onun iyiliğini istemek, hatta onu yüceltmeye çalışmak da aynı derecede olağan. Milliyetçilik bu sınırlar içinde kaldığı zaman kimsenin söyleyeceği bir şey yok.
Kavminden, etnisinden, ırkından ideoloji çıkarmak elbette bu tabiî durumdan başka bir şey; hastalıklı bir hâl.
Türkiye ile Ermenistan arasında kurulacak ilişkiler için bir protokol imzalandı. Bu protokolün metni aynı olmakla beraber, metinle ilgili görüşler çok farklı. Bu da çok şaşırtıcı değil elbette. İnsanlar konumlarına, durumlarına göre yorum yapıyorlar. Türkiye’de geniş bir kesim, protokolün Türkiye’nin dış siyasetinde olumlu sonuçlar doğuracağını, oyun kurucu rolünü güçlendireceğini düşünüyor. Böyle düşünmeyenler, tereddüt ifade edenler de var. Bu hassasiyet de anlaşılabilir.
Ya bunun ötesinde tavır ortaya koyan, işi hakarete kadar vardıranları, Mondros’u yeniden imzalatan, Sevr’i hortlatan, ülkenin felakete sürüklendiğini öne sürenleri ne yapacağız?
En azından siyasî parti seviyesinde bu görüşleri savunanlar var. Bunlar kendilerini “milliyetçi” veya “ulusalcı” olarak niteliyorlar. Onlara göre, sonuç gayet açık: Kazanan Ermenistan, kaybeden Türkiye!
Bu görüşün isabetli, tutarlı olduğunu düşünmemiz için gerekçelerine bakmak yetmiyor. Bir de karşı tarafın konuyu nasıl anladığını bilmek gerekiyor.
Türkiye’nin ulusçuları “Ermenistan kazandı!” diye bas bas bağırırken, Ermenistan’da yüz yıllık komitacılık geleneği olan ulusalcı Taşnaklar da siyah bayraklarla gösteri yapıyor, Erivan sokaklarına afişler asıyorlar. Peki bu gösterilerde dile getirilen görüş nedir? “Türkiye kazandı, Ermenistan battı! Hükümet Ermeni davasını sattı!”
Ermenistan’ın başkentinde şehrin meydanındaki bir yapının üzerine minareler eklenmiş bir resim. Türkler gelecek, şehrin meydanına camisini dikecek! Bunlar işi, Ermeni kurşunlarıyla öldürülen Talat Paşa’nın, Enver Paşa’nın resimlerini asmaya kadar vardırmışlar! Belli ki bir Türkiye korkusunun sürmesini istiyorlar.
Ermenistan’da ulusalcılar böyle düşünürken, Ermeni nüfusunun büyük çoğunluğunu teşkil eden yurtdışındaki Ermeniler ne düşünüyor? Elbette herkes aynı görüşte olmasa da, “diaspora” tabir edilen Ermeni kesimini temsil etmek iddiasında olanlar çok sert mesajlar veriyorlar.
Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi Başkanı Ken Hachikian, “Türkiye kazandı, 10 Ekim Ermeniler için matem günüdür” yorumunu yapıyor.
İsveç'teki Ermeni Federasyonu Başkanı Vahagn Avediyan, protokollerin Ermenistan ile diaspora arasındaki ilişkileri ''parçaladığını'' ifade ederek, ''protokollerin imzalanmasından sonra, diasporanın atacağı ilk adım, Ermenistan'a mâli desteği kesmektir'' diyor.
Aşırı Ermeni kuruluşlarından ''Hay Dat'' derneği Kudüs Temsilcisi Georgette Avagian da sessiz kalmayacaklarını ve gerekeni yapacaklarını belirterek, ''Bundan sonra bizim için 24 Nisan ile 10 Ekim matem günüdür, çünkü bugün biz tarihî topraklarımızı kaybettik, soykırımın tanınması meselesi de toz oldu'' şeklinde konuşuyor. Avagian, ''Biz, yüz yıldır Türkiye'ye karşı mücadele veriyoruz, bundan sonra da vermeyi sürdüreceğiz'' diyor.
Ulusalcılığın aklın doğru ve tutarlı çalışmasını önleyen bir zihin hastalığına yol açtığını bu açıklamalar göstermiyor mu?
Türkiye’de milliyetçi partinin “başbuğu” Alparslan Türkeş’in Ermenistan’la ilişkileri geliştirmek için neler yaptığının şahitleri hâlâ aramızda. Onun partisinin şimdiki idarecileri Türkeş’in “milliyetçi”liğini bırakıp, ulusalcılığa sarılmış olmalılar!
Türk ulusalcıları ile, Ermeni ulusalcıları 10 Ekim’i “matem günü” olarak ilan ediyorlar. Gelecek seneden itibaren bugünü müşterek yas günü olarak tesid ederlerse şaşırmamak lâzım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.