Değişim sürecini yakalamak
Toplumsal değişimden sadece diktatörler ve diktatör taslakları korkar!..
Çünkü her değişim bir parça meçhuldür! Ne getirip ne götüreceği önceden kestirilemez...
Bu yüzden sıkı sıkıya mevcudu muhafaza etmeye çalışır, statükocu kesilirler.
Bunu açıkça ifade etmelerinden zarar görebilecekleri endişesiyle de, “Vatan-Millet-Sakarya” nutku atarlar...
Her türlü “kutsal”a atıfta bulunup ellerini güçlendirme cihetine giderler. Halktan bazı saftirikler de onlara inanır, bindikleri dalı keserler.
Kısacası diktatörlerle yandaşları statükocudur! Bunun için gerekirse toplumu zorlar, kan bile dökerler. Çünkü toplumsal talebin değişmesi demek, diktatörlüğün sorgulanması ihtimalinin gündeme gelmesi demektir. Bu da ellerindeki yönetim gücünü kaptırma manası taşıyabilir. Tabii gücü kaptırmamak için mücadele ederler.
Baskı ve terör uygularlar.
Ama hangi silahla olursa olsun, toplumsal değişime karşı çıkmak beyhudedir. Baskı, şiddet, hatta terör sadece kısa bir süre için etkili olur. Arkasından korkunç patlamalar gelir. Bulgaristan diktatörü Jivkov, Doğu Almanya diktatörü Honecker, Romanya diktatörü Çavuşesku ve ülkesinden kaçmak zorunda kalan Zaire (yeni adıyla Kongo Demokratik Cumhuriyeti) diktatörü Mobutu buna çok çarpıcı son örneklerdir.
Kural şu: Değişen toplum, değişemeyen yönetimleri bir şekilde başından atar. Bu, beşer tarihi boyunca böyle olageldi...
1789 Fransız ihtilâli, değişen toplumun değişmeyen yönetimi başından atması hâdisesidir. Bizdeki 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri ile, Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’a yapılan askerî darbe ise tam tersi: Değişimi hazmedemeyen güç odaklarının toplumsal değişimi bastırma teşebbüsleri. Ancak teşebbüsler kısa ve uzun vâdelerde âkim kalmış, sonunda yine halkın dediği olmuştur.
Meselâ: 1960 yılının 27 Mayıs’ında tepelenen halk iradesi, 1961’de hemen hemen aynı kadroyu koalisyon ortağı yapmış, 1965’de ise tek başına iktidara getirmiştir.
12 Mart 1971’de istifaya zorlanan kadro, ilk seçimde yeniden iktidardır.
Ve 12 Eylül 1980... Sürgünler... Yasaklar... “Eski liderler zaman tünelinde kaldı” tafraları.
Nihayet bugünler: Eski liderlerle birlikte eski partiler ve kadroları millet tercihiyle siyasette yerlerini aldılar.
Şu halde toplumsal (sosyal ve siyasî çapta) değişimi türlü şaşırtmacalarla tuzağa düşürme, ya da süngü zoruyla engelleme emelinin kan ve zaman kaybından başka manası yok.
Bu açıdan ükemizdeki askerî darbeleri tahlilde fayda görüyorum: Hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye’deki askerî müdahalelerin özünde dinî hamleye dönüşen sosyal değişimi frenleme arzusu yatıyor.
Laikçi-solcu sivil aydının bunu realize edecek gücü olmadığı için de, iş, askere ihale ediliyor.
İsterseniz hemen üç askeri müdahalenin bahaneleriyle müşterek gerekçelerine yakından bakalım...
Bahane malüm: “Demokrasiyi kurtarma.. anarşiyi önleme.. kardeş kanını durdurma.. ekonomiyi rayına oturtma” vesaire...
27 Mayıs’ta kardeş kanı filan yoktu. Olmadığı için de kıyma makineleri icad ettiler. Üniversite talebelerinin dev kıyma makinelerinde kıyıldığı yalanını attılar. Gazeteler de mal bulmuş mağribi gibi bunlara sarıldı, günlerce manşetten verdiler.
12 Mart öncesinde kısmen kan akıyordu: Sonrasında da akmaya devam etti.
12 Eylül öncesinde ise sıkıyönetime rağmen oluk oluk kan akıyordu...
Anayasayı istedikleri gibi değiştirdiler. Kanunlarla diledikleri gibi oynadılar. Astılar, kestiler...
Son müdahalenin üstünden onüç yıl geçti. Kan hâlâ akıyor. Lânetlik terör Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi kasıp kavuruyor. Ekonomi daha beter bozuk. Ve ihtilalle rayına oturtulan demokrasimizi, Batı dünyası, hâlâ demokrasiden saymıyor.
Şu halde askerî darbelerin “demokrasiyi kurtarma.. terörü önleme.. kardeş kanını durdurma.. ekonomiyi rayına oturtma” gibi müşterek gerekçeleri, bahaneden ibarettir. Niyet, mümkün olduğu kadar geniş kitleler tarafından kabul edilebilir bahaneler öne sürüp yönetimi ele geçirmek ve bu suretle hem statükoyu korumak, hem de sosyal değişimi frenlemekten ibarettir.
Çünkü demokrasi yerleştikçe resmî ideoloji tartışılıyor. Tartışıldıkça sarsılmaya başlıyor. Bu da 930 model kafaları fena halde korkutuyor.
Darbelerin asıl maksadı ise eline cebren tutuşturulan istikamet haritasını parçalayıp, adım adım Kıble’ye yürüyen topluma şaşırtmaca vermek, özetle söylemek gerekirse toplumsal değişimi engellemektir.
Fakat bu mümkün değil. Toplumsal değişim belki bir süre gecikir, ama sonunda gerçekleşir. Millet kendi iradesiyle tuttuğu yolda yürür. Bunun önüne kimse geçemez. 27 Mayıs 1960 darbesi de geçemedi.
27 Mayıs 1960’da, milletin maddi ve manevi açıdan değişim arayışının sembolü olarak iktidara getirdiği Demokrat Parti’yi devirdiler. Ama millet aynı zihniyeti ilk fırsatta yeniden iktidar yaptı. Onu da 1971’de 12 Mart günü yaptıkları müdahale ile devirdiler. Millet tekrar aynı zihniyeti iktidar yaptı. Derken 12 Eylül 1980’de bir kere daha devirdiler. Millet yine ısrar etti. Hâlâ da ısrar ediyor. İktidar partilerinin adı değişse de milletin arayışı değişmiyor.
Dünkü ve bugünkü kavga, halkın tercihini hazmedemeyenlerle tercihinde ısrar eden halk arasındadır.
Mevzii bazı başarılar kazanmış olabilirler. Hiç üstünde durmayın: Uzun ve orta vadede azınlık fikirlerin, statükocuların değil, milletin kazandığına dünya tarihi şahittir.
Kendimizi sebeplere hapsetmez de geçmişten güne gelen tarih kesitinde varlık ararsak, karşımıza çıkan tablo ümit vericidir. Bu konuda ümitsizliğe yer yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.