BİR VATANPERVERİ KAYBETTİK
Gazeteci yazar Ergun Göze, 1931 yılında Sivas’ta dünyaya geldi, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Çorum Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1957’de bitiren Göze, birkaç arkadaşıyla birlikte Babıali Yayınevi’ni kurdu. Daha sonra serbest avukatlık yapmaya başlayan Ergun Göze, basın hayatına Mümtaz Turhan’ın çıkardığı “Ölçü” dergisiyle girdi. Göze, fıkra yazarlığına, 1965’te Babıali’de Sabah gazetesinde başlayıp, 1969’da Tercüman’a geçti. Buradaki yazılarının İslâmcı ağırlıklı yazılar olduğunu teslim etmek gerek. Nitekim Tercüman’da bu yolda Ergun Göze Ağabey ile Mehmed Cenal Çiftçigüzeli’nin de musahhih olarak temayüz ettikleri görülür. O yıllarda Ergun Ağabey, mutekid bir mü’min olarak sütununu okuruna açık tutardı. Ergun Ağabey; merhum Salih Doğan Pala’nın pek hürmet ettiği bir ağabeydi.
Nitekim kurmuş olduğu Cihad Yayınlarında ilk neşr ettiği, M.Ertuğrul Düzdağ’ın “Türkiye’de İslâm ve Irkçılık Meselesi” ve 2. kitap olarak da, “Dışişleri Kavgası” idi ve yazarı Ergun Göze Ağabeydi.
Günlerden bir gün Akıncılar’ın tutumunu, hakkını vererek övmüş, hepimizi o satırlarıyla medyun-u şükran kılmıştı. Kendilerini Cağaloğlu’ndaki avukat yazıhanesinde ziyaret etmiş ve himmetine arzı teşekkür etmiştim. Hiç unutmam; herkese ders olacak bir ifade döküldü dudaklarından: “Metinciğim dedi; eğer ben de bir takdire değer hâl görürsen onun Müslümanlığımızdan geldiğini, hoş olmayan bir ifade görürsen, benim yenemediğim nefsimden geldiğini bil.”
2005’lerde Samiha Ayverdi hakkında kendisiyle Boğaziçi Yayınları merkezinde röportaj yaptığımda ve Samiha Anneyi sorduğumda şunu ifade etmişti: “Samiha Annenin cenaze namazını ben kıldırsaydım, hatun kişi niyetine değil, er kişi niyetine kıldırırdım.” Bendeniz de; bu müthiş cümle karşısında neye istinaden ağabey? diye sorduğumda şunu söyledi: “1960 ihtilâli olmuş, Yassıada’da olağanüstü mahkeme teşekkül ettirilmiş. Sıkıyönetim var. Ancak milli ve dini meselelerin konuşulduğu toplantılara başlamak için organizasyonlar yapıyoruz; kime gitsek, ‘siz aklınızı mı kaybettiniz?’ deyip, bir bir ret ediyorlardı. Sonunda Samiha Anneye gittik. Ahvali anlattık. Dedi ki: ‘Hangi gün, hangi saatte nerede ve hangi hususta olsun, ben hazırım. Gelin beni alın.’ Ondan o ifadeyi kullandım Metinciğim” dedi.
1976’da Hürriyet gazetesinin çıkardığı, “Yıllar Boyu Târih” dergisinde Siyonist Prof. Bernard Levis’in kibrit kutusu kadar bir demecinde: “Önümüzdeki yıllarda, Türkiye’nin güney ve güneydoğusunda milletler ve devletlerin sınırları değişecektir” ifadesi vardı. Kerim Altun kardeşimle gene yanına koşmuştuk Ergun Ağabeyin. Pek mühim bulduğu demeci, iki adet yazıyı Tercüman’da yorumlayıp neşrettirmişti. Bir Pazar günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde bir cenaze için bulunuyorduk. Komünistlerin ölümle tehdit ettikleri bir arkadaşımızın farz namazının son rükûnda gömlek cebinden patır patır tabancasının mermileri arkadaştan önce secdeye inmişti. Ne ben, ne arkadaş, ne de Ergun Ağabey namazı bozmamış, selam verince mermileri avuçlayıp topladığımızda baktım Ergun Ağabey de toplamağa yardım ediyordu. Ergun Ağabey inanan bir vatanperverdi. Nur içinde yatsın kabrinde. Mekânı cennet olsun. Vatanperverler başınız sağ olsun. Sıvaslılar Ergun Ağabeyi Fâtihalarla anınız; Osman Fazıl Polat Paşayı andığınız gibi.
HUKUK VE HUKUK BAĞLISI BİR SAVCI
Bunca telaş niye? diye sesleniyor Ajans5’deki yazısında. Keşke ayrılmasaydı savcılık görevinden diyesim gelir sevgili Gültekin Avcı beyefendiye. Her yazısında hukuku idealize eden yazılı ifadeleri elbette takdire sezâdır. Çünkü ideal hukuk anlayışı, her çeşit terakkinin yaşandığı günümüz ve geleceğimiz için önemli bir varış noktası olan “Hakk”ın ikamesi, ancak ideal hukuka yaklaşımda, doğru ve isabetli görüşler ileri sürülerek mesafe alınabilir. Bu ideal hukuku elbet, “beşerî hukuk” ölçüleri içinde ortaya koyuyorum. Bu hukukun kararlaştırma merkezlerinin, mahkeme salonları olduğunu ve de bu salonlardaki hukuk mücadelesinin; itham - savunma ve takdir makamı olan hâkim kararının tecellisi, tarafların mutmain oldukları takdirde, noktalananları olduğu da olur, tarafların gayri memnun olanın itirazı ile vak’anın temyiz mahkemesine gidişi temin edilir. Bundan 35-40 sene evvel, bu üst mahkemelerde, üç-beş senede hitama erdirilmiş, hakkında hüküm kurulmuş dâvaların duruşmalı veya duruşmasız; eski tâbirle, duruşmalı olanına ‘murafaalı’ denirdi. Ne var ki yukarıda atıfta bulunduğum zaman diliminde bir dosyayı, üç-dört dakikada tasdik veya bozma kararıyla sonuçlandırdıkları rivayetleri dolaşırdı. Kimileri bundan şikâyetçi olup, bölgesel temyiz mahkemeleri mânasına gelecek istinaf mahkemeleri kurulmasından söz ederdi. Zaman zaman etmekteler ve de edeceğe benzerler. Bütün bunlar, ideal hukuka gönül vermişler içinde adettiğim, birkaç kitabını okuyup sevgi duyduğum sayın Avcı; DTP’lilere mahkemeye celp yazısına, ‘bizim dokunulmazlığımız var mahkemede işimiz yok’ deme mânasına gelecek davranışlarını çok nezih bir uslûpla doğru bulmadığını ileri sürüp, usûlü yerine getirip, mahkemede susma haklarını kullanmaları beyanını yapmalarının daha doğru olacağını hatırlatan yazısı, elbette ki inanan bir Müslüman hukukçunun takdire değer tavsiyesidir. Ben, kendilerinden yâni sayın Avcı’dan bir adım daha ilerleyerek, gerek efkâr-ı umûmiye, gerekse hâkim huzurunda, ‘ben söylediklerimin suç teşkil etmediğine inanıyorum. Meclis başkanlığına istida verip, dokunulmazlığımın kaldırılmasını ve mahkeme huzuruna çıkıp yargılanmama fırsat verin talebinde bulunacağım’ demelerini tavsiye ediyorum. Fakat görünen o ki; böyle taleb de bulunulacak ifadelerin sahibi olmadıklarının farkında olarak, dokunulmazlıkların zırhı altına girmekten başka çareleri olmayan deyişlerin sahibi olmalarının çâresizliği içinde olduklarıdır. Yoksa dünya’nın en isabetli mahkeme kararları sahibleri dahi, mahkeme-i suğradırlar. Mahkeme-i Hâkiki; Hazret-i Yezdan’ın, biz kulların andığı Mahkeme-i Kübra da rüyet olunacaktır. Zerre kadar hayr, zerre kadar şer hesaba dâhil olacaktır. Sayın Avcı; DTP’lilere altın bir nasihatte bulunmuşlardır. Fiemanillah.
Bize Gelenler:: “Kur’an ve Sünnet de Kadın Hakları” yazan: Mübaşir et Tirazi El Hüseyni, yine “Kur’an-ı Kerim ve İletişim” yazan: Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu ve de “Kur’an ve Sünnete Göre Tesettür” yazarı Lütfü Aydın. Bu üç değerli eser, Nursan Yayınlarınca neşredilmiş, samimi bir milli görüş eri olan ve geçtiğimiz 2007 seçimlerinde SP’mizin İstanbul milletvekili adaylarından bir kardeşimizdir. İsteme adresi: Nursan Yayınları Çatalçeşme sk. Üretmen Han 5/307 Tel: 0212 512 26 05-513 92 96
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.