Davutoğlu’na kredi açmak...
Statükodan süzülmüş fikirlerle dış siyaseti ve gelişmeleri acımasızca tenkit etmek pek de şık durmuyor...
Doğru yaklaşım, post modern ittihatçıların rahle-i tedrisatından geçmiş milyonlarca muhalif sese rağmen hakikatleri çekinmeden tatbikat planına almaktan geçiyor...
Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu zor işe soyundu...
Birkaç yıl oluyor... Kendisini yurtdışında çoğunluğu Türk akademisyenlerden müteşekkil bir sohbet toplantısında dinlemiştim...
O gün edindiğim intiba, Davutoğlu’nun dış siyaseti, Türkiye’nin köklerine, asırlık imparatorluk stratejilerinin derinliğine inerek yorumladığı şeklinde idi...
Çoğulculuğu, renkliliği, tarihi, büyüklüğü, etnik çeşitliliği, dini farklılığı, sanayisi, ticareti, üniversitesi, cemiyetleri ve hülasa bütün teferruatı ile buna, imparatorluktan miras kalan bir İstanbul bakışı da diyebiliriz...
Geçen yıllar, şüphelerimizle küflenen ve statüko tarafından kilitlenen sorunları çözemediğimizde, birilerinin gelip kendi çözümlerini dayattığını gösterdi...
Son aylarda dış politikada gözlenen değişim her şeyden önce bir cesaret işidir...
Bu cesaret, iktidar partisi açısından büyük bir risk anlamına da geliyor...
Ama yapılanlar doğrudur... Aslına bakarsanız yıllar önce yapılması gereken hamlelerdir...
Söz tekrar Ermeni açılımına geliyor ister istemez... Hepimizin tedirginlikleri var...
Her doğulunun hafızasının bir köşesinde, Ermenilerin yaptığı katliamların kuşaklar boyunca aktarılan “aile içi tarihi ve dehşeti” vardır...
Şahsen kendi ailemden 1917-18 yıllarında Ermeniler tarafından vurulmuş birçok isim sayabilirim...
Katliamdan kaçarken kaleme alınan günlüklerde, çaresiz kalan hükümetin verdiği tahliye emirleri, Irak’a doğru yol alan kafilelerin geride bıraktığı cesetler ve şiddetli açlık karşısında ayakkabıların köselelerinin bile kaynatılıp yenildiği bir dram anlatılır...
Kendi yurdunda muhacir olanları bir yana bırakın... Kabir taşları bile bu nefretten nasibini almış ve paramparça edilmiştir...
Fakat bu ülkenin bir vatandaşı olarak Davutoğlu’na kredi açmamı engellemiyor bunlar...
Çünkü “sıfır problem” siyasetinin hedefinde, bölgesel çatışma potansiyelinden arındırılmış büyük bir devlet anlayışı, hoşgörü ve özgürlükler harmanı var...
Belki de işin içinde Türkiye’nin aslında anlatıldığından çok daha büyük bir ülke olduğunu görmek ya da yıllarca damarlarına zerk edilen korkularının bir gölge oyunundan ibaret olduğunu fark etmek de var...
Kuşkusuz mesele hakkında bildiklerimiz ancak gördüklerimizden ibarettir...
Diplomasiyle makyajlanan bu açılımların arka planında siyasi hesaplaşmaların da yaşanmakta olduğu kuvvetle muhtemeldir...
Hasan Karakaya’nın dünkü yazısında ifade ettiği gibi;
-Türkiye, gelişecek muhtemel olayları “en az zararla atlatma”nın hesaplarını yapıyor...
-Gerek “iç”te, gerek “komşu”larıyla “sıfır problem stratejisi” uyguluyor ki; BOP harekete geçirilse bile Türkiye’ye “teğet” geçsin!..
Hükümet seçim riski alıp “sıfır problem siyaseti” uygularken muhalefet de içeride gerilimi tırmandırıp “kabaktan bal çıkarmak siyaseti” ile mukabele ediyor...
Bu aralar galeyana gelmek yerine işi ehline bırakmak en doğru tavır olacaktır...
DÜZELTME: Pazartesi günkü yazımda Ermenistan’ı sosyal ve siyasi sebeplerden dolayı terk edenlerin sayısı ile ilgili verilen rakam bir milyon kişi olacaktı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) desteğiyle yapılan araştırmaya göre, Ermenistan’ı terk edip Rusya, Ukrayna ve ABD’ye yerleşenlerin sayısı, üç milyonluk nüfusun üçte birine denk düşüyor. Bu sayıya Ermenistan ve Dağlık Karabağ bölgesini terk eden Azeriler dâhil değildir. Yazım hatasını düzeltir, özür dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.