Hangi taşı kaldırsanız, altından CHP çıkar!
Bu ülke için “elini taşın altına sokmayan” ve de “taş üstüne taş koymayan” bir parti varsa, o da CHP’dir... Ama “icraat”ların önüne “taş” koymakta ve “milletin yararı”na her işe engel olmakta oldukça mahir olan CHP’nin bilinen tek özelliği, “her taşın altından çıkması”dır... Gerçekten de öyledir... Hangi taşı kaldırsanız, altından CHP çıkar... CHP, hangi konuda “aşırı hassasiyet” gösteriyor, hangi icraat için “olmaz” diyorsa, bilin ki; “kendi geçmişinde” o icraat vardır... Örnek mi istiyorsunuz?.. Hangisini sayayım?.. “Sel baskını”ndan mı örnek vereyim, “Ermeni açılımı”ndan mı?.. Yoksa “Sosyal Demokrat” geçinen CHP’nin, “27 Mayıs İhtilali’nin içinde yer alması”ndan mı?.. CHP, hiçbir zaman “hayra motor, şerre fren” olmamıştır... Tam aksine, “şerre motor, hayra fren” olmuştur!..
Örnek mi istiyorsunuz.
Buyrun, hem “madalyon”a, hem de “madalyonun öteki yüzü”ne bir bakalım.
AYAMAMA TARTIŞMALARI
Hatırlarsınız, “Ayamama Deresi”nin taşıp da, “sel baskını”na yol açmasından sonra “can ve mal kayıpları” yaşanması üzerine, 10 Eylül 2009’da olay yerine giden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, şunları söylüyordu:
“Ayamama Deresi yıllardan beri taşıyor ve bu tür olaylar yaşanıyor. Bu dere ıslah edildi ve bu olay burada ortaya çıktı. Bu bir doğal afet olarak görülemez. Bu bir belediyecilik ve imar rezaletidir. Burada kaybolan TIR var. Bu bir yönetim problemi sonucunda ortaya çıktı. Bu TIR parkı ruhsatlı. Bu ruhsatı kim verdi? Belediye verdi. Kime verdi bu ruhsatı? Bunun ortaya çıkması lazım. Bu derenin ıslah işini hangi müteahhit yaptı? Geçmişte bazı müteahhitler vardı. Onlar geliyor aklıma. Buradaki araziye TIR parkı ruhsatı vermek hata. 16 yıldır burayı yönetenlerin bu faciada sorumluluğu yok mu?”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da, bu suçlamalara cevap verip, diyordu ki;
“Biz 16 yıldır görevdeyiz ama kendileri de 44 yıl bu görevde bulundular. TIR parklarının dört tanesinin ruhsatı var. Bunlar CHP’li belediye döneminde Küçükçekmece Belediyesi’nce verildi, bir tanesi de DSP döneminde. 2005’te Silivri merkezindeki Boğluca Deresi’nin şehir içinden geçen kısmının problem olabileceğini ifade ettik ve derenin ıslahı ve genişletilmesi için çalışma başlattık. CHP yargıya gitti, iptal ettirdi.”
Bence, Kadir Topbaş’ın konuşmasına hiç gerek yoktu... Ben olsam, “tek bir cümle” sarfeder ve derdim ki;
“İnönü’nün izindeyiz!”
Öyle ya;
“Sel baskını riski”ne rağmen, “arazilerin parsellenmesi”ne ve buralarda “inşaat” yapılmasına “ilk göz yuman” kişi, İsmet İnönü’dür!..
Evet, dönemin CHP Genel Başkanı İnönü!..
SEL BÖLGESİNDE İNŞAATA İZİN!
Gerçek Hayat dergisinin 2 Ekim 2009 tarihli sayısında; bu “zihin-sel” problemin kaynağında İsmet İnönü’nün bulunduğu ifade ediliyor ve bir “anekdot” aktarılıyordu...
Hem de, “Büyük Türk Yazarı” olmasının yanı sıra “CHP Milletvekili” de olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan!..
Neredeyse hayatı boyunca İsmet İnönü’nün yanında bulunan Yakup Kadri, “Politikada 45 Yıl” kitabının 79. sayfasında, İnönü ile yaşadığı çok ibretlik bir olay anlatır:
“Bir gün, hiç unutmam, -hemen her şehre inişinde olduğu üzre-, beni arabasına almış, birlikte Çankaya’dan meclise gidiyorduk. Atatürk Bulvarı dediğimiz asfalt cadde, o zamanlar, sağlı sollu hali (boş) arazi ortasından geçen şoseden ibaretti.
Arabamız, tahminen bugün Büyük Sinema’nın bulunduğu noktanın önünden geçerken gözlerim o arazinin üstüne çakılı birtakım kazıklara ilişmiş ve Başvekil İsmet İnönü’ye şöyle demiştim:
“Bu sahada bir parselleme yapıldığını görüyorum. Demek ki, akıbet, yeni şehrin burada kurulmasına karar verildi.”
Başvekilin beni tasdik etmesi üzerine şu sözü ilave etmekten kendimi alamamıştım:
“Aman, paşam, nasıl oldu da böyle bir şeye müsaade ettiniz? Biliyorsunuz ki, geçen yıl burayı sel basmıştı. Gelecek yıllarda da aynı tehlikeye!..”
Sözümü kesti;
“Bırak” dedi, “Başlarını vura vura, bir gün elbet ne yapmak lâzım geldiğini öğreneceklerdir.”
Gerçek Hayat yazarı Mustafa Sert, bu “ibretlik sözler” karşısında, yazısını şöyle noktalıyordu:
“İzindeyiz paşam!”
Demek oluyor ki;
Bedrettin Dalan da “İnönü’nün izinde” imiş, Nurettin Sözen de!..
Kadir Topbaş, “İnönü’nün izinde” yürüyor olmamalı ki; Pazartesi günü, “Ayamama Dere Yatağı’ndaki binaların yıkılacağını” açıkladı!..
Korkarım ki, CHP’liler bu yıkımlara da karşı çıkıp, “taş” koyarlar!..
“Taş koymak” adetleri ya!..
“27 MAYIS DARBESİ”NDE DE CHP!
“Her taşın altından CHP çıkar” derken, işkembeden sallamıyorum...
Meselâ, “ihtilâl”lerin içinde de CHP vardır!..
Buyrun, “27 Mayıs”tan bir örnek:
Ahmet Er’in, 6 yıl önce yayınlanan “27 Mayıs’tan 12 Eylül’e...” adlı kitabını okudunuz mu bilmem...
Ben, o zaman okumuştum.
Ahmet Er’i tanırsınız...
Genç kuşak tanımasa da, “eskiler” bilir.
Ahmet Er; uzun yıllardır “inzivada” idi...
“Çok şeye tanık” olduğu halde “suskun” kalmayı tercih etmiştir!..
Oysa;
“27 Mayıs 1960 İhtilâli”ni yapan 38 kişilik Millî Birlik Komitesi’nin üyelerinden biriydi.
Malûm; “27 Mayıs” konusunda herkes yazdı ama o, bugüne kadar sustu.
Nihayet, o da bozmuş suskunluğunu ve oturmuş, yazmış “hatıra”larını...
Kitabın adı;
“27 Mayıs’tan 12 Eylül’e”
Kitap, sadece “geçmişe tanıklık” etmekle kalmıyor, “geleceğe ışık” da tutuyor.
Umuyorum, okuyanlar hayli “ders” çıkarırlar...
O dönemde “Yüzbaşı” olan Ahmet Er’in yazdığı kitapta, “ilginç diyaloglar”a da yer veriliyor.
İşte bunlardan biri:
İsmet İnönü, ihtilâlden önceki tarihlerde Meclis’te yaptığı konuşmalarda şu ifadeyi kullanıyor:
“Şartlar tamam olunca, ihtilâl meşru olur!”
Yine bir Meclis konuşmasında, DP iktidarını kastederek şöyle konuşuyor:
“Sizi ben de kurtaramam!”
Bunun gibi diyalogların yanı sıra, şöyle bir “hatıra”sını naklediyor Ahmet Er:
“İhtilal öncesi bir gün Orhan Erkanlı’yı ziyarete gitmiştim. Kendisi Davutpaşa’da Tank Tabur Komutanı idi.
Odasına girdiğimde iki siville görüşür haldeydi.
Onlara döndü ve ‘Yüzbaşım yabancı değil, devam edin’ dedi.
Bunun üzerine o iki sivil şahıs şunları söylediler:
‘Binbaşım; Saraçhane’de iki grubu birbiriyle çatıştırdık, kavga bütün şiddetiyle devam ediyor, başka bir emriniz var mıdır?’
Erkanlı; ‘Teşekkür ederim, devam edin’ dedi.
O iki sivil şahıs ayrılıp gittiler. Erkanlı ile yalnız kalmıştık:
‘Binbaşım, bu adamlar kimdir?’
Erkanlı, cevap verdi:
‘Bunlar Halk Partisi milletvekilleridir.’
‘Memleketin genç evlâtlarını birbirine kırdırıyorlar, bu ne haince bir iştir’ dedim.
Erkanlı cevap verdi:
‘Olaya öyle bakma, onlar ihtilâle zemin hazırlıyorlar.’
‘Allah belâlarını versin’ dedim ve ayrıldım.”
Ne ilginç değil mi;
49 yıl önce “27 Mayıs Darbesi”ne zemin hazırlayan CHP’liler, şimdi de “Ayışığı, Sarıkız, Eldiven ve Yakamoz” kod adlı “darbe girişimleri”nde bulunan Ergenekon Terör Örgütü sanıklarına “avukatlık” yapıyor!..
Hatta, “avukatlık”la da yetinmeyip, “Silivri’ye selâm” gönderiyorlar!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Hangi taşı kaldırsanız altından CHP çıkar” derken abartıyor muyum?..
İNÖNÜ DE ERMENİSTAN’A GİZLİ GİRMİŞ!
Gelelim, “Ermeni açılımı” meselesine...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önceki günkü “Grup Konuşması”nda, “gizlilik içinde diplomasi” yürütüldüğünü, kimseye haber vermeden İsviçre’de müzakereler yapıldığını savunuyor ve imza töreninin, Minsk Grubunun denetiminde gerçekleştirildiğini söylüyordu... Baykal, Minsk Grubunun görevinin, Azerbaycan ile Ermenistan arasında sorunların çözümü olduğunu belirterek, “Minsk Grubu, Ermenistan Sınır Kapısının açılmasına yönelik sergilediği gayreti, zamanı, enerjiyi, Karabağ sorunu dolayısıyla Azerbaycan topraklarının işgalinin Ermenistan tarafından sona erdirilmesi için harcasaydı, bugün daha farklı noktada olmaz mıydık?” diye soruyordu.
Dahasını da söylüyordu..
“Protokol”de; “Ermenistan’ın Azerbaycan’daki işgale son vermek zorunda olduğuna dair hiçbir değerlendirmesinin bulunmadığını” belirterek, bunu telaffuz bile edemeyenlerden, makul bir sürede bunun gereğini yapabileceğini umut edemeyeceklerini ifade ediyordu...
Özetle ifade etmek gerekirse;
“Ermeni açılımı”na karşı çıkıyordu.
“Kürt açılımı”na karşı çıktığı gibi!..
Oysa, “CHP’nin kökleri”nde yer alan İsmet İnönü de; Ermenilerle ilişkileri “gizlilik içinde” yürütmüştü!..
Ankara Büromuzdan Hasan Tosun’un haberinden öğreniyoruz ki; Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof.Dr. Hikmet Özdemir’in 1916’dan bu yana asılsız Ermeni iddialarına ilişkin Türkiye’deki yayınların envanterini ortaya koyduğu “Ermeni İddiaları Karşısında Türkiye’nin Birikimi” adlı araştırmasında, İsmet İnönü’nün Başbakan sıfatıyla 1935’te Ermenistan’ı gizlice ziyaret ettiği ve Ermeni yetkililerle kahvaltı yaptıkları belirtiliyormuş!..
TBMM tarafından yayınlanan Özdemir’in araştırmasında, Ermeni iddiaları karşısında İnönü döneminin politikası ayrıntılı olarak değerlendiriliyor ve İnönü’nün Ermenistan’ı ziyareti ile ilgili şu bilgiler yer alıyormuş:
“Ermeni propagandası karşısındaki kararlı tutum, Türkiye’nin Ermenistan ile arasında sıcak temasları ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim 1935’te Başbakan İnönü’nün Ermenistan’a kısa bir ziyareti vardır. 17 Temmuz 1935 günü, Türkiye’nin doğu sınırlarını ziyaret eden İnönü, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve yanındakiler, Ermenistan yetkililerinin daveti üzerine Iğdır’dan Karakale’ye geçmişlerdir. Türk heyetinin ziyaretinde Sovyet Ermenistan’ı Başbakan Yardımcısı hazır bulunmuştur. Türk tarafı, Sardarabad Barajı’nın nasıl işlediğini görmüşler ve sabah kahvaltısından sonra dostluk konuşmaları yapmışlardır.”
Peki, sonuç?..
Elbette sonuç yoktur!..
Ama, bir “girişim” vardır!..
Bugünkü “protokol” de, bir “iyiniyet girişimi”dir!.. Türkiye, en azından “çözümde samimi ve istekli” olduğunu ortaya koymuştur!..
Sonuç alınırsa, ne alâ!..
Alınmazsa, bunu Ermenistan düşünsün!..
Sadede gelecek olursak;
“Üç örnek”ten de görüleceği üzre; CHP, bugün neye “itiraz” ediyorsa, geçmişte aynısını “kendisi” yapmıştır!.. Hangi icraata “taş” koymaya kalkmışsa, o taşın altından kendisi çıkmıştır!..
“Sel”de de CHP vardır,
“Darbe”de de!..
O halde, Baykal hâlâ niye konuşuyor?..
Ne yapsın adamcağız;
“Lâf”tan başka sermayesi yok ki!..
Bırakın konuşsun!.. Konuşmasa, çatlar!..
Kim muhalefet, kim çete?
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, bugünlerde enteresan sözler söylüyor... Meselâ, bugünkü 1. sayfamıza “manşet” olan hayli ilginç, bir o kadar da iddialı bir söz: “Muhalefet ile çeteler birbirlerine o kadar geçmiş ki; sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini anlamakta zorlanıyoruz!”
Egemen Bağış, önceki gün de “bazı haber ajansları”nın haberini “ti”ye almış... Onların, Türkiye’de “5 riskli konu” bulunduğu yolundaki “analiz”lerine şöyle cevap vermiş: “Herhalde habersizlikten canları sıkılmış!.. AB üyeliğimize karşı çıkanlar bile, yarım saat sonra Türkiye’den ihale almaya çalışıyorlar!”
“Analiz”lerde yer alan “erken seçim riski”ne de şu karşılığı vermiş:
“Erken seçim denilmiş... Belki kendi bürolarında yönetici ve editör seçimi için bir seçim planlaması olabilir. 2010’da Türkiye’de sınıf başkanlığı, kooperatif başkanlığı ve apartman yöneticiliği dışında seçim yoktur.”
Konuşmalarda hem “mizah” var, hem de “oturaklı” ifadeler... Ben, Egemen Bağış’ı izlemeye devam ediyorum.