PKK’nın dağdan inmesi... Lütuf mu, mecburiyet mi?
Gündem o kadar “yoğun” ki; hangi olayı ele alsam, diğerleri açıkta kalacak... Meselâ, “dağdan inmelerin başlaması”nı ele alsam, “İsrail’in küstahlıkları”nı yazamayacağım... “Milliyet dâvâsında bilirkişi skandalı”nı yazıp, “mahkeme”nin “Vakit-Milliyet dâvâsı”nda atadığı “bilirkişi”lerin, “Aydın Doğan’ın bürolarında çalıştığını” ve adeta “ahbap-çavuş ilişkisi” içinde bulunduklarını yazsam, “Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan’ın şovları”nı yazamayacağım... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Gazze’nin etrafındaki abluka kaldırılmalı” sözlerini yorumlasam, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Bosna’daki oyun”a dikkat çeken sözleri açıkta kalacak... Daha, sırada “Aydınlık ve Ulusal Kanal’a baskın” yapılıp, 2 kişinin gözaltına alınması ve Şamil Tayyar ile Adem Yavuz Aslan’dan sonra Zihni Çakır’ın da “Ergenekon Terör Örgütü’nün dâvâ bombardımanı” karşısında “mağdur” edildikleri haberleri var...
Bunlardan birini yazsam, diğerleri açıkta kalacak... Hepsini yazmaya kalksam; değil bu köşe, gazetenin tamamı az gelir!..
O halde bir “potburi” yapalım ve değinebildiğimiz kadarıyla bir kısmına kanat çırpıp geçelim.
DAĞDAN İNME PLÂNI YENİ DEĞİL!
Şu anda, “gündemdeki olaylar”ın hemen hepsi birbirinden önemli... Ama, dikkatlerin odaklandığı en önemli konu, herhalde “dağdan inmeler” olsa gerek!..
Malûm, dün, 34 PKK’lı dağdan inip, teslim oldu... İfadeleri alındıktan sonra serbest mi bırakılacaklar, yoksa tutuklanıp hapse mi atılacaklar, şu saate kadar belli değildi... Dileriz ki, “suçlarıyla orantılı” bir ceza verilir de, “teslim” olmalar hızlanır!..
Malûm; bu “terörist”lerin dağdan inmelerini PKK lideri Öcalan istedi... En azından, öyle sanılıyor... Öcalan’ın, 16 Ekim tarihli gazetelere yansıyan sözleri şöyleydi:
“Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerine ilişkin temel isteklerini tartışmak üzere Türkiye’ye gelin, herkesle buluşun, vekillerle konuşun... Avrupa ve Mahmur Kampı dahil Kuzey Irak’tan gelecek kişiler, başta Meclis olmak üzere Türkiye’deki tüm çevrelerle görüşmelidir.”
İşte bu çağrı üzerine, dün Kandil ve Mahmur Kampı’ndan “34 PKK’lı” geldi.
Belki, başka gelişler de olacak!..
Yalnız, dağdan inişlerin “Apo’nun çağrısı” ile gerçekleştiğini düşünmemek gerek... Çünkü, Apo’dan çok çok önce, “devletin böyle bir projesi” zaten vardı... “Dağdan inmeyi teşvik, dağa çıkmaları engelleyen” bir proje!.. Eğer, “dönemin Cumhurbaşkanı A.N.Sezer’in engellemesi” olmasaydı, dağdan inişler çoktan başlayacaktı!..
PKK VARSA, DTP NİYE VAR?
Bunu bir kenara not edelim ve dünkü manzaraya şöyle bir bakalım:
Malûm, “dağdan inenleri karşılamak” üzere, Ahmet Türk ve Emine Ayna’dan oluşan DTP heyeti, dün Silopi’deydi... Ahmet Türk, “Apo’nun çağrısı”ndan bir gün önce diyordu ki;
“Öcalan sürece dahil edilmelidir!..
Öcalan; taraflardan biri midir, biridir. PKK üzerinde etkinliği var mı, var. Toplum tarafından önemsenen bir isim midir, isimdir.
O zaman sürecin gerçekten demokratik, barışçıl bir sürece evrilmesi konusunda etkili olan herkesin söylediklerini dikkate almamız gerekiyor.
PKK’yı en fazla etkileyecek olan o...
Siyasetin de başıdır... Öncüsüdür. O zaman onun söylediklerini de dikkate almamız gerekiyor.”
5 gün önce işte bunları söyleyen ve bir anlamda “İmralı’nın Ankara Şubesi” gibi ve hatta “Apo’nun sözcüsü” gibi davranan Ahmet Türk, dün Silopi’deydi!..
İnsan, sormadan edemiyor;
Bu işleri Apo idare edecek ise, sen necisin?.. Dağdaki PKK’lılar “Apo’nun çağrısı” üzerine aşağı iniyorsa ve sen de onları karşılamaya gidiyorsan, sorarlar adama: “PKK ile aranızda organik bir bağ mı var?”
Açık söyleyeyim;
Bu “kritik süreç”te DTP’nin sahneye çıkması, üstelik “şov”a yeltenmesi, “açılıma destek” değil, “sabotaj” olur!..
Ahmet Türk, ne yapmaya çalışıyor;
“Sürece katkı”da mı bulunuyor, yoksa “Öcalan’ı meşrulaştırmaya” mı çalışıyor?..
Bilmiyor mu ki;
“Öcalan’ı meşrulaştırmaya” çalışan bir tavır, “açılıma destek” veren kitleleri zor durumda bırakır, dahası “Ulusalcı” ve “Ergenekoncu”ların ekmeğine yağ sürer!..
Çünkü bu toplum; “sürece Apo’nun dahil edildiği” bir çözümü asla hoş karşılamaz!..
Ahmet Türk ve DTP kurmayları, hele de bu kritik günlerde “söz”lerine ve “tavır”larına dikkat etmelidirler!..
Hele de “Sayın Öcalan” sözlerine!.. Çünkü buradaki “sayın” sözü, “mayın” olarak algılanmaktadır!..
Dahası, millet sormaktadır:
“DTP varsa, PKK niye var?..
PKK varsa, DTP niye var?”
ÜÇLÜ DESTEKTEN ÜÇLÜ KISKACA!
Olayın şu boyutunu da gözlerden uzak tutmamak gerekir: PKK ve onun “siyasi” uzantısı DTP “terör” yoluyla, hiçbir yere varamaz!..
Çünkü, “PKK’nın arkasındaki destek” kesilmiştir!..
ABD’nin “3 PKK yöneticisi”ni “uyuşturucu kaçakçısı” ilân etmesi ve “ABD’deki hesaplarına el konulduğunu” açıklaması, “PKK’ya ABD desteğinin kesildiğini” göstermektedir!..
Hele hatırlayın;
Bundan 15 yıl önce, yani Çekiç Güç’ün bölgede bulunduğu dönemde, “PKK kampları”na, ABD helikopterlerinden “erzak” ve “mühimmat” atılıyordu!..
ABD’nin son kararı; PKK’ya verilen bu desteğin kesildiğini göstermektedir!..
PKK’ya, “Kuzey Irak yönetimi”nden verilen destek de kesilmek üzeredir!.. Çünkü, hayatta kalmak isteyen Barzani yönetimi; hem Türkiye ile, hem de “Irak Merkezi Hükümeti” ile “iyi ilişkiler” kurmak zorundadır!..
Kaldı ki;
Türkiye’nin “Erbil’de konsolosluk” açmayı plânlaması, “Kuzey Irak yönetimi”nin de buna sıcak bakması, bölgede “PKK’nın dışlandığı”nı göstermektedir!..
Yani PKK; hem ABD tarafından, hem Irak Merkezi Hükümeti ve hem de Kuzey Irak Yönetimi tarafından dışlanmıştır!..
Sizin anlayacağınız; dün verilen “destek”ler bugün “kıskaca” dönüşmüştür!..
Böyle bir PKK’nın “teslim” olmaktan başka çaresi kalmamıştır!.. PKK lideri Abdullah Öcalan, durumun “aleyhlerine” geliştiğini görmüş olmalıdır ki; militanlarına “dağdan inin” çağrısı yapmıştır!..
Şunu söylemeye çalışıyorum:
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün göstermeye çalıştığı gibi; “Apo’nun çağrısı” üzerine PKK’lıların dağdan inmeye başlamaları bir “lütuf” değil, tam aksine bir “mecburiyet”tir!..
Dağdan inmeye mecburdurlar!..
Hele de, “ABD’nin Irak’ı terketmesi”nden sonra, çok daha mecburdurlar!..
Ya “teslim” olacaklardır,
Ya da “üç ateş arasında” kalıp, dağlarda telef olacaklardır!..
Üçüncü bir şık yok!..
Göreceğiz bakalım;
Dün Silopi’den “Barış grubu” olarak giren PKK’lılar “barış”a mı hizmet edecekler, yoksa “çatışma”ya mı?..
Öyle ya;
Bu “barış” grupları daha önce de gelmişlerdi.
Hele hatırlayın;
Abdullah Öcalan, Kenya’da yakalanarak “paket teslim” olarak Türkiye’ye getirildikten sonra yaptığı bir çağrı ile PKK’dan 22 Eylül 1999 tarihinde de “Demokratik cumhuriyete destek ve iyi niyet adımı” olarak bir grup PKK’lı teröristin Türkiye’ye gönderilmesini istemişti.
1 Ekim 1999 tarihinde Ali Sapan, Seydi Fırat, M. Şirin Tunç, İsmet Baycan, Sohbet Şen, Yüksel Genç, Yaşar Temur ve Gülten Uçar’dan oluşturulan grup Türkiye’ye giriş yaparak güvenlik güçlerine teslim olmuş ve tutuklanarak Muş E Tipi Cezaevi’ne gönderilmişti.
Öcalan’ın ikinci barış grubu çağrısında ise Haydar Ergül, Ali Şükran Aktaş, Aygül Bidav, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak, Aysel Doğan, Hacı Çelik ve Dilek Kurt 29 Ekim 1999 tarihinde Viyana’dan havayoluyla Türkiye’ye gelmiş ve DGM’de gerçekleştirilen yargılama sürecinin ardından haklarında 7 ile 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verilmişti.
Ne var ki; gelen “barış grupları”na rağmen “savaş” devam etmiş ve “değişen hiçbir şey olmadığı” görülmüştü.
Dileğimiz odur ki;
Bu gelişler “şov” amaçlı olmasın!..
Ve isteriz ki;
DTP, bu gelişleri bir “lütuf”muş gibi göstermekten vazgeçsin!.. Çünkü bu gelişler “lütuf” değil, “mecburiyet”tir!..
Bunu, herkes böyle bilmeli!..
.....
Görüyorsunuz ya; sadece “dağdan inme” konusu, neredeyse bir yazı konusu oldu... Oysa; sırada bir sürü konu var ki; yorumlanmayı bekliyor... Ne var ki, onları da ele almaya kalkıştığımızda; ne sayfamız yeter, ne de zamanımız!..
İnşaallah, onlar da bir başka güne!..
Yoksa, “gündem manyağı” olacağız!..
=================
Patronun ekmeğini yiyen!..
“Kuzuyu kurda teslim etmek” sözünü bilirsiniz de, “tilki”nin “tavuk”la ilgili sözünü duydunuz mu?.. Hani, “tilki”ye, “Tavuk sever misin?” diye sormuşlar da, tilki cevap vermiş ya; “Güldürmeyin beni!”
Aydın Doğan gazetelerinden Milliyet ile Vakit arasındaki bir dâvâda tayin edilen “bilirkişi” heyeti de, aynen böyle... Ha “kurda kuzu teslim” etmişsin, ha “tilki”yi güldürmüşsün!..
Efendim, “mahkeme” tarafından tayin edilip de; “Kim haklı?.. Milliyet mi, Vakit mi?” sorularına cevap arayacak olan “bilirkişi heyeti”ndeki 3 kişiden ikisi; “Aydın Doğan Grubu’yla sıkı-fıkı ilişkiler içinde”ymiş, iyi mi?..
Meselâ, birisi “Doğan grubu avukatının bürosu”nu kullanıyormuş!..
İkincisi de, Aydın Bey’in çıkardığı bir “hukuk dergisi”ne “danışmanlık” yapıyormuş!..
Söyleyin Allah aşkına, böyle bir “bilirkişi heyeti”nden “tarafsız bir karar” çıkar mı?..
Adamlar veya madamlar, elbette “Milliyet lehine” karar verecekler!..
Öyle ya; “patronun ekmeğini yiyen, patronun kılıcını sallar!”
Merak ediyorum; “mahkeme heyeti” bu durumu biliyor muydu?..
Bilmiyorsa bile, işte öğrendi!.. Acaba, bilirkişi heyetini lağvedecek mi?.. Yoksa, kuzuyu kurtlara teslim mi edecek?!?..