Domuz gribi, kesintisiz eğitim ve rakılı pasta mevzuu!..
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, gazetelerin, televizyonların Ankara Temsilcileri ile bir arada…
Maksat,
“Domuz gribi ile mücadelenin eğitime bakan tarafını el birliği ile nasıl götürebiliriz?” galiba...
Medyadan uyarı ve bilgilendirme görevini paniğe yol açmaksızın yerine getirmesi beklenmekte.
Velilerle çocuklara “ellerinizi iyi yıkayın”, “enfeksiyon kapmış haldeyken sokağa çıkmayın” telkini vesaire…
Bir de;
“Aşı”ya ikna mı edeceğiz ne!..
•
Ya bak arkadaş, peşinen şuradan gireyim;
ABD kaynaklı her bir şeyde olduğu gibi, bu domuz aşısı mevzuunda da fena halde işkillenmiş durumdayım.
Hani sadece ABD kaynaklı oluşu da değil mesele, kahir ekseriyeti tımarhaneye döndürülmeye çalışılan okullarımızın idarecileri, evlere yazı gönderiyorlar.
Veli olarak imza atacakmışız “aşı” işine!...
Mesuliyeti üstlenecekmişiz!..
Toplantıda Sayın Bakan’a da sordum:
“Bundan önceki hiçbir aşıda veliye sorulmuyordu; istiyor musun istemiyor musun diye…
Bu sefer soruyor olmanızın sebebi ne?..”
“Yoksa bu aşı yeterince güvenli değil mi?..”
Ya da…
“Ötekiler kadar güvenli değil mi?..”
•
Sayın Bakan’a bunları sordum.
Bendenizden “Sağlık Bakanlığı’nın alanına giren konuları kendisine sormamamı” istedi.
Tamam da…
Velilere “çocuğuna aşı yaptırmak istemiyorum” ya da “istiyorum” şıklarından birini seçmelerini isteyen yönetici, Milli Eğitim’in adamı değil mi?..
Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’na güvenmiyor mu da sorumluluğu “veli”nin üzerine atmaya uğraşıyor!..
Hııı?..
•
Ya ne bozuk bir düzen...
Al bir başkası daha; tımarhaneye çevrilmeye çalışılan okullarımızda 8 sınıf bir arada okuyor…
Sapkınlık değil mi bu;
6 yaşındaki bebek ile 14’lük delikanlı bir arada olur mu?..
•
Demem o ki; bu kesintisiz eğitim saçmalığı hâlâ devam etmekte…
Ve hâlâ devam eden bu saçmasapan eğitim modeliyle, domuz gribine karşı mücadele de adam gibi yürütülemez!..
Mevzu basit:
Onca bebek ile onca delikanlı aynı ortamı paylaşırsa, enfeksiyon geçişi fevkalade kolay olur.
Küçükler büyüklerden, büyükler küçüklerden hastalık kapar.
Büyükler genellikle iyi direnir de küçükler telef olur!..
Hekimler çok daha iyi bilir; bazen de tam tersi olur!..
Bugün bir binada okuttuğunuz bu çocukları, delikanlıları, en az iki ana gruba ayırmadan hiçbir yere varamazsınız…
•
Hem sonra; o akla ziyan 28 Şubat uygulamasından dolayı bir araya tıkıştırdığınız “kuşakların” aynı tedbirleri uygulamasını nasıl sağlayacaksınız?..
Koca delikanlının anladığından, 6-7 yaşındaki bebek anlar mı?..
•
Ben böyle kesintisiz eğitim modelinin saçmalıklarını sıralayınca uzun uzun. Sağolsun, Milli Eğitim Bakanımız Nimet Çubukçu, açık yüreklilikle destek verdi.
Şöyle diyerek:
“Serdar Bey bu konuda haklı. Kesintisiz eğitim modeli, maalesef hem bu alanda, hem de eğitimin diğer alanlarında büyük problemlere sebep oluyor. Aynı mekânı paylaşma zorunluluğundan dolayı küçük çocuklar, bazen büyüklerin baskısı altında kalabiliyorlar. Hoş olmayan tablolar ortaya çıkabiliyor. Bu konuda birtakım adımlar atmak durumundayız. 6-10 yaş mutlaka ayrı mekânlarda eğitim görmeli. Bunlar merdivenlerden bile farklı şekilde iniyorlar. Yöntem olarak bu birlikte eğitimi doğru bulmuyorum. Bu konuda bazı adımları mutlaka atmamız gerekiyor.”
•
Evet, hâl bu.
Hikmet-i İlâhi; bir domuz gribi musallat oluyor da bizim manşetler boyunca anlatamadığımız geliyor dile…
Mesele basit;
28 Şubat dalgasına kapatılmış olan ortaokullarımız bugün var olsaydı.…
Şimdi…
Böyle “toptan tatil” mecburiyetiyle karşı karşıya kalmazdık…
Öyle “tektip tedbir paketlerine” de mahkûm olmazdık…
İlkokula gidenle ortaokula gidene ayrı ayrı;
Ve tabiî her birinin durumlarına, seviyelerine uygun olan paketleri uygulardık.
Demek ki; kesintisiz eğitimin çağdışılığı bu “domuz gribi” vesilesiyle bir kez daha ispatlanmış oldu.
Evet, önce şu “aşı” meselesinde kalplerin huzura kavuşacağı bir netliğe ulaşalım.
Öyle “yık sorumluluğu veliye, sıyrıl!..”
Böyle saçmalıklar olmasın…
Sonra…
“Fırsat bu fırsat” diyelim;
Ve kesintisiz saçmalığını tarihe gömelim!..
RAKILI PASTA MESELESİ!..
Biz nelerle uğraşıyoruz, bizim bazı “meslektaş”lar neyin derdinde.
Efendim, Milli Eğitim Bakanı’nın daveti yemekliydi.
Sonunda da tatlı verdiler. Bir tabak içinde üç çeşit tatlı var.
Biri çikolatalı.
Bu çikolatalı olanının içinde “rakı” varmış!.. O da mönüde yazıyormuş…
Ben, neyse ki küçük dilimden başlamıştım…
Karşımdaki birkaç “meslektaş”ın bana doğru bakarak sırıttıklarını ve bir meslektaşımın da “mönüye bak” diye uyardığını fark edince frene bastım.
Bu büyük mevzu olmuş; basılı olanıyla sanal olanıyla medyanın tartıştığı:
“Serdar Arseven, rakılı pastayı yedi mi, yemedi mi?..”
•
Biz o noktaya gelmeden kurtardık da…
Be avanoş;
Serdar Arseven o “pisliği” bilerek yer mi?..
Ben o pastayı götürmüş olsaydım bile, içinde alkol olduğunu fark etmeden yapmış olacaktım bu haltı…
Bir de o “pisliği” bilerek tüketenler var!..
Ve onlar karşıma geçmiş, “Benim kazayla böyle bir şey yapmış olma” ihtimalime sırıtıyorlar!..
Ha, ha, ha!..