Meselâ Ahmet Türk: Meselâ başbakan!
Yarıya kadar dolu bir bardağa bakıyoruz; iyimserler, yarısı dolu diyorlar, kötümserler, nerde bunun öteki yarısı, resmen rezalet diye düşünüyor.Oysaki bardak ne zannedildiği kadar dolu, ne de boş: Yarım bardak su dolu bardağa göre yüzde yüz kayıptır, boş bardağa göre yüzde yüz varlık nişânesi.
Hadiseye şöyle bakıyorum; becerebilirsek, yüzümüze gözümüze bulaştırmaz, kışkırtıcılara pabuç bırakmaz, erkenden paniğe ve zafer hissine kapılmazsak bu sürecin neticesinde millet olacağız.
Şimdiye kadar değil miydik diye sorarlar adama!
Değildik, böyle bir temennîmiz, niyetimiz, ümidimiz vardı. Tam bir mânâ kemâliyle işin retoriğini yapıyorduk fakat bu muhayyel ve muazzam topluluğun inşâsı için lâzım gelen hemen hiçbir şeyi yerine getirmiyorduk. Osmanlı bu meseleyi kendi devirlerinde, kendine mahsus bir teknikle çözmüştü; o tecrübeden yararlanabiliriz, evet, fakat tekrar edemeyiz. Şimdi başka bir kimyâ lâzım bize; o kimyâ cumhuriyet idaresinde, her mânâda tarağın dişleri gibi eşit ve âdil bir hukuk devleti şemsiyesi altında beraber yaşamak sanatıdır.
Millet deyip duruyoruz çünkü mânidar ve lüzumludur. Anayasa'da millet, tam da kasdedilen mânâda tam 35 kere zikrediliyor. Millet, anayasanın temel kavramlarından en mühimi. Millet, toplumun devletinden râzı olduğu, gönül verdiği, elini taşın altına koyduğu bir ruh hâlinin genelleşmiş, ete-kemiğe bürünmüş ifâdesi. Teknik bir tâbirle halk topluluklarının konsolide edilmiş, sağlamlaştırılmış, desteklenmiş, bütünleşmiş, tektonik çerçevede yerli yerine oturmuş biçimi.
Cumhuriyet idaresi bu kimyânın formülünü tutturamadı. Şimdi başka birini tecrübe etmek lâzım ve işte o tecrübe ediliyor. Osmanlıların bu gibi buhranlarda rahatlıkla müracaat edebileceği esnek siyâset biçimleri vardı ki bugün tatbiki, "millî devlet"in prensipleriyle bağdaşmaz. Geriye rücû etmeyeceğiz, başka bir yol deneyeceğiz. Mümkün ve muhtemel görünen yol da budur.
Nice şehit ailesinin yuvasına ateş düşüren yakın geçmişi hatırlayıp "Böyle mi olmalıydı?" diye ye'se kapılmak çok insânî, anlaşılabilir bir tepkidir; bu hayal kırıklığını, öfkeyi, aldatılmışlık hissini anlamalıyız. Anlamak başka şey, kızgınlıkları körükleyip öfke üzerinden siyaset yapmak başka. Açılım muvaffak olursa öfke yatışır, sükûnet gelir ve acılı yürekler mutmain olur. Başarısızlık ise kaos vadediyor. İstemezükçü cephe duygulara, açılım destekçileri itidal ve akla yatırım yapıyor. İstemezükçülerin hesabı yanlıştır; onların siyâseten kazandığı yerde biz -hafazanallah- millet olma kimyâsının tavını kaybetmiş olacağız. Kısa, orta ve uzun vâdede kazanma ihtimâlleri yoktur.
Bir kere daha tekrar ediyor, altını çiziyorum: DTP'nin siyasî inisiyatif üstlenmesiyle girdiğimiz açılım sürecini sağ muhalefet engelleyemez; bu süreci yine ve ancak DTP engellemeye muktedirdir. Bu berzahta DTP'ye, günün birinde Türkiye'ye bir başbakan çıkarma, bir iktidar partisi olma ümidi görünüyor. Açılım sürecinde DTP, siyâseten ve aklen olgun davranırsa, Türk soluna çok farklı bir pencereden gümrah ışıklar düşürebilir. Bugün görünen manzara, DTP'nin o hedefi aklından bile geçirmediğidir; belki kendi zuumlarınca "Millî kurtuluş hareketinin kurucu partisi" olmak onurunu kendilerine kâfi görüyor olabilirler fakat hayâl-i muhâl. Barış yoluna serilen yüreği "millet" görmezden gelmez, mutlaka takdir edecektir.
Günün birinde Ahmet Türk başbakan koltuğunda! Niçin olmasın ki?..
Zor günler geçiriyoruz fakat çok daha zor ve acılı dönemleri de hatırlarız. Cenab-ı Hak bizi tarihi acılarımızdan ders çıkarmamış bir kavim olmak basiretsizliğine uğratmaz inşallah.