Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Hedefsizlik faciası

Hedefsizlik faciası

“Allah, meşru bir hedefe yürüyen insanın önünü açar” diyor, Yavuz Sultan Selim...
“İnsanın meşru bir hedefi olmalı” demeye getiriyor...
Osman Gazi’nin hedefi devlet kurmaktı: Kurdu...
Fatih’in hedefi Bizans’ı fethetmekti: Fethetti...
Yavuz’un hedefi “İslâm Birliği”ni sağlamaktı: Sağladı...
Louis Pasteur’un hedefi kuduz aşısını bulmaktı: Buldu...
Thomas Alva Edison’un hedefi ampulü yakmaktı: Yaktı...
Nepalli Dağcı Mallory’nin hedefi Everest Dağı’na çıkmaktı: Çıktı...
Dünyada medeniyet nimetleri, teknoloji ve başarı adına ne varsa, “hedef sahibi insan”ların çabası sayesinde gerçekleşti...
Bunu bir kenara yazın... Sonra da kendinize dönüp şu soruyu sorun: “Benim hedefim nedir?”
Bu soru, “Niçin varım?” sorusuna paralel bir sorudur...
Sahi niçin?.. Yeyip içip eğlenmek için mi?.. Kahvehanelerde, meyhanelerde, bulvarlarda, kulvarlarda vakit öldürmek için mi?.. Niçin sahi?..
Soruyu eğitim politikasını yönlendirenleri de kapsayacak biçimde genişleterek soralım:
“Çocuklarımızı hangi hedefe (hedeflere) yönlendiriyorsunuz?..”
Başka bir soru: “Cumhuriyet, Laiklik, Atatürkçülük gibi soyut hedefler bir insanın varlık sebebini izah etmesi için yeterli olabilir mi?”
Hayatın içinde karşılaşacağı sorunları bu donanımla çözmesi mümkün mü?
Tabii ki hayır! Açıkçası çocuklarımız kimliksiz, kişiliksiz, hedefsiz, gayesiz; üstelik klişeci, şabloncu ve slogancı bir eğitim sistemine teslim. Ve eğitim sistemindeki bozuk yapılanma çocuklarımızın üzerinde son derece ciddi tahribatlar yapıyor... Bu yüzden toplumsal yapımız sık sık çözülüyor, kekeliyor, yalpalıyor.
Hepimiz bu eğitim kıskacından geçtik. Hiçbir kutsal hedef göstermeyen bu kıskaçtan geçtiğimiz için de, hayatta hedefsiz ve felsefesiz kaldık.
Kutsal hedefi bulunmayan toplumlar, kendilerine fani, geçici hedefler belirler. Toplumumuz da “Ne pahasına olursa olsun para kazanma” biçiminde bir hedef belirledi kendine. Helalinden kazanmak zor geldiği için de, kolayından “köşe dönme” felsefesi, toplum ekseriyetinin “hayat felsefesi” oldu.
Zaman içinde bu öylesine yaygınlaştı ki, “borsa”, “repo”, “hisse senedi”, “döviz” gibi ekonomik terimler en âmî insanımızın bile hayatına girdi.
Yetmedi, “kolayından köşe dönme” felsefesinin bir ürünü olan “lotarya”, “yarışma” adı altında her televizyon ve radyo kanalında arz-ı endam eyledi.
Kanallar bol para vadeden abuk-sabuk yarışmalardan geçilmiyor...
İnsanımız çalışıp çabalayıp üreteceğine kanallar arası lotaryalara girebilmek için ömrünü telefon başında geçiriyor... Öte yandan, kestirmeden para kazanma düşüncesi insanlarımızı doğruluktan, dürüstlükten, helâl-haram kavramından uzaklaştırıyor.
Bu yöneliş hayali ihracatçıları, rüşvetçilerı, uyuşturucu tacirlerini, banka hortumcularını besliyor. Bilgisi olan değil, parası olan itibar görüyor.
Dürüstlük aşağılanıyor, horlanıyor; dürüst insan -eğer varlıklı değilse- küçümseniyor.
Kısacası değerler aşınmış. “Büyük adam”ın tarifi bile değişmiş. Artık “büyük adam” kestirmeden küpünü dolduran adamdır! Bilgiye, fikre, düşünceye dönüp bakan yok. Günlük gazeteler bile verdikleri promosyonun kıymetine göre değer kazanıyor.
Toplumun en dinamik ayaklarından birini teşkil etmesi gereken üniversitelerimiz başörtüsüne kilitlenmiş. Laikliği hedef ve amaç yapan kurumlar “laikçi”leşip cemiyetin değer hükümleriyle savaşıyor.
Kısacası, değerlerin aşınmasından kaynaklanan tüm olumsuzluklarla iç içeyiz: Bir yanımız terör, bir yanımız uyuşturucu, bir yanımız içki, bir yanımız rüşvet, vurgun, soygun, kumar, kaçakçılık, hortumculuk... Darbe tartışmaları da cabası!
Ve bunların getirdiği sorunlar, sıkıntılar, tıkanıklıklar, cinayetler, krizler... Görüyor musunuz, ebedî hayatı kazanma cehdi ortadan kalkınca, toplum nasıl da hedefsizleşiyor?..
Dünya hayatı bile nasıl zindana dönüşüyor?

Eğitim sistemi içten çürümüş olmasaydı, olumsuzluklar asgârî düzeyde tutulabilirdi. Ne var ki, sistemin özü çürük. Hem taklitçi, hem hedefsiz, hem de kimliksiz. Kendisi ne olacağına karar verememiş bir sistemden hedef sahibi kimlikli ve kişilikli insanlar yetiştirmesini bekleyebilir misiniz?
Tek çare, ailelerin diri durması... Ne var ki uzun zamandan beri Avrupa taklitçiliği, aileleri de içten içe kemiriyor. Annenin etkisi bitti, babanın etkisi azaldı. Çocuklarımıza televizyonla internet hükmediyor. Bu hükmedişin nelere mal olduğunu ise her gün gazetelerde okuyoruz. Çocuklarımız evlerinden kaçıyor, kimisi uyuşturucuya saplanıyor, kimisi Beyoğlu batakhanelerinde tükeniyor.
Bu durumda ne çocuklarımızın, ne toplumumuzun geleceğinden emin olmamız çok zor.
Yine de ümitsizliğe kapılmamak lâzım. Eğer inanıyorsak, inancımızı yaşıyor ve aile fertlerimizle paylaşıyorsak, karanlıkta bir mum yaktık demektir.
Dolu dolu yaşanan inanç, yalnız ahiretimizi değil, dünyamızı da kurtarır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi