Basınımızın interaktif mangal sefası...
"Türban üniversiteyi ikiye böldü", "9 üyeden YöK Başkanı'na türban resti", "İTü ve Marmara'da türbana geçit yok", "YöK'te türban çatlağı", "Bazı üniversiteler türbana geçit vermedi", "Türban üniversiteyi ikiye böldü", "Türbana izin veren üniversiteler"...
Bir solukta ardı ardına okuyunca, insanın yüreği ağzına geliyor değil mi?
Bu başlıkları, dünün tarihiyle yayınlanan bir gazeteden, üstelik şöyle üstünkörü bir araştırmayla derledim; başlıkların ortak "tema"sı o kadar açık ki, ilkokul öğrencileri bile birkaç saniyede tesbit etmekte gecikmez; nitekim çok sayıda (üç yüzü geçkindi galiba) eli klavye tutan okuyucu, durumu farkederek, şu başlıkların altına buram buram "birlik ve beraberlik kokan" değerli yorumlar sıvamışlar idi.
İletişimde müthiş bir demokratik devrim geçirmekteyiz; bilgisayar klavyesinde sesli harflerin yerini öğrenen herkes, bir günlüğüne yazar olabiliyor; dilediği haberin altına yorumu döşüyor ve sonuçta meselâ şöyle şeylerle karşılaşıyoruz: "Türbanın Kuranda yeri var mı yok mu çok tartışılır ancak vatan sevgisi asla tartışılmaz Türk askeri operasyonda şehitlerimiz var olanlara bakın! Ne o türbanı takarım ne konusunu yaparım yapanları da bal gibi kınarım yazıklar olsun bu ısrarda direnenlere bırak türbanı canım feda memleketime"
Okuyuculardan özür dilerim; bu alıntının imlâsına dokunmadım, dokunamadım; zaten editörler de benimle aynı hissi paylaşıyor olmalılar ki onlar da zannımca psikiyatristler yanılgıya düşmesin diye suç mahalline dokunmamış, her şeyi vahşi ve naif güzelliği ile sunmayı tercih etmişler. "İnteraktif" dedikleri böyle bir şey oluyor galiba; üstten mangalı yelpazeleyip yellerken, alttan da iyi hava alsın, güzel tutuşsun diye külünü çekiyorsunuz, neticede nurtopu gibi iletişiminiz oluyor.
Yazının ilk paragrafındaki haber başlıklarına dönelim, tam "yersen yoğurt, içersen ayran" kıvamında interaktif mesaj yedirmelerini andırıyor derken ünlü bir iletişim efsanesini hatırladım; vaktiyle Amerikan televizyonlarında sıradan programların normal akışı içine, seyirciyi tüketime yönelten ve gözle farkedilmesi mümkün olmayan yayın hileleri yaparak saliselik slaytlar yerleştiriyorlarmış. Meselâ diyelim gizli gazoz reklamı yapılmak isteniyorsa, çölde geçen bir belgeselin içine soğuktan terlemiş markalı gazoz fotoğrafları konuluyormuş da çaktırmadan seyircinin şuuraltına "gazoz iç; ille de felan marka gazozu iç" diye mesajlar dikte ediliyormuş.
Dedim ya, böyle bir efsane vardı; doğru mudur bilmem.
Bizimkiler öyle saliselik görüntülerle, dolaylı metodlarla yetinmiyorlar. Vaziyet âcil. Bir an evvel kampüslerde öğrencilerin birbirine girmesi, kapı pencere kırılması, dudak diş yarılması, toplumun karpuz gibi ikiye yarılması gibi herkesin kolayca anlayabileceği olayların çıkması murad ediliyor sanki...
Felan marka gazoz iç, susuzluğunu yatıştır; üniversitelerde olay çıkar, kahraman ol, rejimi koru! Diren! Anayasayı korumak için anayasaya dayılık et! Bir nevi, "yiğidim, aslanım, haydi, ne duruyorsun; çık barikatlara, direnişin bayrağını dalgalandır" vaziyetleri...
Yine o hep tekrar edegeldiğimiz şey: Türkiye'nin bir düşük üretim meselesi vardır; bir eğitimde kalite meselesi vardır, enflasyon, gelir dağılımı, kötü şehirleşme meselesi vardır... Bunlara ilaveten bir de, "bir kısım medya" meselesi vardır. Bu problemin reel, sahici, rakamlarla ifade edilebilir niteliği yok fakat vehim gibi, paranoya gibi, şizofreni veya melankoli gibi ağır tablolarla seyreden bir klinik durum.
Netice hükmü şudur: Bu ülkede gerginlik ve çatışma çıkması için basınımızın kasd-ı mahsus ile hayli sarf-ı mesai etmesi lâzımdır ve elyevm yapmakta oldukları da budur.