Millet “Din”siz yaşayamaz, CHP de “Kin”siz!
24 Şubat 2008 tarihli, Murat Yetkin imzalı Radikal'in manşeti; "Kapalı kapılar ardında türbanı veto pazarlığı... Liderler ortak çözüm sözü verse, Gül veto edecekti" şeklindeydi... İddialara göre; TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, "liderleri buluşturmaya" çalıştı... Bay Baykal ise, "ön şart" olarak, "Gül'ün Anayasa değişikliğini veto etmesini" istedi... Yani, "uzlaşma"ya daha sonra "peki" diyecekti... Yine iddialara göre; Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a bir "teklif" sunmuştu: "Anayasa Mahkemesi'ne gitmeyin, Ek 17. maddeyi istediğiniz gibi değiştirelim!"
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, üniversitede türbana serbesti amaçlı Anayasa değişikliğine onay açıklamasında, Köşk'ün neden 'geciktiği' de anlatılıyordu... Gül, değişikliklere gerek kalmadan partiler arasında bir mutabakat ummuştu... Kastedilen de muhtemelen, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun çabalarıydı...
'Mutabakat'ın sağlanabilmesi için Başbakan Erdoğan, CHP lideri Baykal, MHP lideri Bahçeli ve DSP lideri Sezer'le temas kuruldu... Gül liderleri Köşk'te toplayacaktı ve liderler de anlaşırsa, Anayasa değişikliği olmadan, bu yasama yılı içinde bir çözüm için ortak çalışacaklarını kamuoyuna ilan edeceklerdi.
Uzlaşı gerçekleşince de Gül değişikliği veto edecekti. Ne var ki CHP, buna yanaşmadı!.. Baykal Anayasa değişikliklerinin iptalini istiyor, gerekirse daha sonra bir çalışma yapılabileceğini söylüyordu.
Bu “olumsuz” gelişmeler üzerine Gül, "Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik" yapan Meclis kararını onayladı... Onayı açıklarken, "niçin 11 gün beklediğine" ilişkin sorulara da şu cevabı verdi:
"Sorunun çözümüne yönelik olarak bazı sivil toplum kuruluşlarınca getirilen alternatif öneriler değerlendirilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, meselenin Anayasa değişikliğine gerek kalmadan partiler arasında sağlanacak bir mutabakatla çözümü için sivil toplum örgütlerinin başlattıkları iyi niyetli girişimlere fırsat vermek amacıyla bir süre beklemeyi uygun bulmuşlar ve bu girişimlerin sonuçlanmasını beklemişlerdir.
Ancak, kanunların yayımlanması için Anayasa'nın 89'uncu maddesinde öngörülen süre içinde söz konusu girişimlerden bir sonuç alınamayacağı anlaşılmıştır.”
Gül, burada muhtemelen TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun ve yeni anayasa çalışmalarında sivil toplumun sesinin duyurulmasına öncülük eden yedi büyük kitle örgütü adına çabasına atıfta bulunuyordu.
RIFAT BEY’İN UZLAŞMA ARAYIŞLARI
Ancak, kamuoyuna yansıyan veya yansıtılan "fotoğraf" böyle değildi... Birçok insan, "kapalı kapılar ardında pazarlık" yapıldığını sanıyor, bu pazarlığı yürüten TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun da, "Abdullah Gül" veya "Tayyip Erdoğan" adına hareket ettiğini sanıyordu!.
Yani, Hisarcıklıoğlu, "Gül'ün veya Erdoğan'ın elçisi" gibi bir fonksiyon üstlenmişti...
Dedim ya, "kamuoyu" böyle zannediyordu... Ne yalan söyleyeyim, "Radikal'in manşeti" üzerine ben de böyle olduğunu düşünmüştüm...
çünkü Murat Yetkin'in haberinde öyle bir "imaj" vardı...
Ne var ki; "Kazın ayağı, hiç de öyle değil"miş... Bunu, TOBB Başkanı sayın Rifat Hisarcıklıoğlu'nun dünkü açıklamasından öğrendim.
Bir basın mensubunun, “Türban meselesi konusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a mesaj ilettiğiniz söyleniyor, bu doğru mu?” şeklindeki sorusu üzerine sayın Hisarcıklıoğlu, TOBB, Türk-İş, Hak-İş, TİSK, TESK, TZOB ve Türk Kamusen başkanlarıyla zaman zaman çeşitli platformlarda bir araya geldiklerini, yine bir araya geldikleri bir platformda son günlerde kaygı verici gelişmeleri izlediklerini ifade ettiklerini söylemiş...
Bu çerçevede gerek sorunların çözümünde, gerekse kaygıların giderilmesinde Türkiye'nin meslek ve sivil toplum örgütleri olarak "bir uzlaşmaya katkı sağlamak" amacıyla girişimde bulunduklarını belirten Hisarcıklıoğlu, şöyle konuşmuş:
“Bu girişimlerde bulunmadan önce de medyada özellikle köşe yazarlarından, genel yayın yönetmenlerinden de sivil toplum ve meslek örgütlerine bu tür uzlaşma platformunun ortaya çıkabilmesi için çağrıda bulunulmuştu. Biz de ülkemizde huzursuzluk olmaması ve enerjimizi doğru alanlara yöneltebilmek için bir girişimde bulunmak üzere temaslara geçtik.
Bu temaslarda kesinlikle bizim çabamız uzlaşma sağlamak üzerine idi. Bizim misyonumuz ne sayın Cumhurbaşkanı adına ne sayın Başbakan adına ne de ana muhalefet partisinin genel başkanı adına temasta bulunmak değildir.
Onların zaten kendileri içinde temasta bulunabilecekleri mekanizmaları vardır.
Bizimki, bir kişi, bir kurum adına değil, tamamen kendi örgütlerimiz adına (bu çerçevede bir uzlaşma platformu sağlayabilir miyiz) diye çabalarımız oldu. Bir hafta süren çabalarımız oldu ama sonuç çıkmadı, hayırlı olsun.”
UZLAŞMA İSTEMEYEN BAYKAL’DIR!
Gayet net ve açık... Sayın Hisarcıklıoğlu, "herhangi bir kişi veya kurum adına değil, meslek ve sivil toplum örgütleri adına" hareket ettiklerini ve bir "uzlaşma" sağlamaya çalıştıklarını söylüyor ki; bana göre Rifat Bey ne söylüyorsa doğrudur!..
Hadiseyi bu kadar "ayrıntılı" anlattım ki; hiç kimse eğip-büküp de kıvırmaya kalkmasın!..
Ortaya çıkan fotoğraf, gayet nettir:
"Uzlaşmaya yanaşmayan" taraf CHP ve onun genel başkanı Baykal'dır!..
Düşünebiliyor musunuz;
Tayyip Bey, "Yargıya gitmeyin, Ek 17. Madde'yi istediğiniz gibi değiştirelim" diyor ama Bay Baykal; "Hayır, olmaz" diyor, "önce, Gül veto etsin!"
Gül'ün yasaları veto etmesi demek, ne demektir, biliyor musunuz?..
Kartel gazetelerinin camış boku büyüklüğündeki harflerle, "İpler koptu!.. Gül, Erdoğan'ı terketti!.. çankaya-Hükümet gerginliği!.. Aralarına kara kedi girdi!" manşetlerini atmaları demektir!..
Bu manşetlerin atılması, A.N.Sezer'in "anayasa kitapçığı"nı fırlatmasıyla yaşanan "2001 Şubat krizi"nden daha beter bir kriz yaşatır Türkiye'ye!..
Peki, Baykal bilmez mi bunu?..
Biliiir... Adı gibi bilir... Zaten bildiği için, "önce veto" der ya!.. Gül "veto" etsin ki, "Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın birbirine girdiği" gibi bir fotoğraf yansısın kamuoyuna!.. Tabiî, CHP de bu fotoğrafı kullanacak ve böylece işler çığırından çıkacaktır!..
Oysa, Baykal'ın yapması gereken nedir?..
Meclis'ten, 411 gibi rekor bir oyla geçen "başörtüsüne serbestlik" kararına saygı duymak ve "milletin yüzde 80'i"ni temsil eden çoğunluğa boyun eğmektir!..
öyle ya;
411 nerede, 112 nerede?..
Bir tarafta "yüzde 80'lik bir çoğunluk" var, diğer tarafta "yüzde 20'yi temsil" eden azınlık!..
Herhalde söylemeye gerek yok; "demokrasi"lerde "halkın dediği" olur... Yani "halkın çoğunluğu" ne diyorsa, kararlar o istikamette çıkar!..
Peki, CHP'nin yaptığı ne?..
"Faşizanlık!"
Evet, CHP'nin tavrı "faşizanlık"tır...
Söyleyin Allah aşkına;
"Azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesi" veya böyle bir girişimde bulunması "faşizanlık" değil de, nedir?..
AL SANA MAHALLE BASKISI!
Gördünüz işte;
Meclis'te 411 el, "özgürlük" için kalkarken; daha dün CHP ve DSP'lilerden oluşan 112 el "yasakların devamı" için imza attı!.. Evet, 112 CHP'li ve DSP'li, "yasadışı başörtüsü yasağı"nın devam etmesi için Anayasa Mahkemesi'ne gitti!..
"Yok sayın!" dediler;
"Meclis'in kararını yok sayın!"
Söylenecek söz çok, ama şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim;
Bu ülkede, kim "mahalle baskısı"ndan dem vuruyorsa, o baskının dik alâsı, "CHP ve sol kafa" kaynaklıdır!..
Bu ülkede, kim, "411 el kaosa kalktı" diye manşet atıyorsa, "kaosu körükleyen" o eldir!..
Bu ülkede, kim AK Parti veya MHP'yi "uzlaşmaya yanaşmamak"la suçluyorsa, bilin ki "kuyruklu yalan" söylüyordur... çünkü bu ülkede "uzlaşma"ya yanaşmayan taraf, "azgın azınlık"tır, "katı laikçi"lerdir!..
"Gerilim" isteyen ve "gerilimden beslenen”ler Baykal ve kurmaylarıdır!.. CHP’dir, “CHP’nin arka bahçeleri” olan bazı üniversiteler ve bazı rektörlerdir!..
Hiç kimse, “yalan” söyleyip de, “olayı çarpıtmaya” çalışmasın!..
Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu söylüyor işte;
“Bir hafta süreyle uzlaşma aradık” diyor!..
Sayın Abdullah Gül de söylüyor;
“Mutabakat için bir süre bekledim!”
Sayın Başbakan da, “yargıya gitmeme” şartıyla, “Ek 17. Madde’yi istediğiniz gibi değiştirebiliriz” diyor!..
Yani, herkesin gözü Bay Baykal’da... Herkes, “uzlaşma” peşinde... Ama Baykal ne yapıyor?..
“Olmaz” diyor, “Katiyyen olmaz!”
Sadece şunu söylemek istiyorum: “Bu ülkede uzlaşmaya yanaşmayan tek kişi Baykal’dır!”
Bunu bilin; bu gerçeği belleyin yeter!..
Anlayın artık;
CHP’den de, “Sol”dan da asla bir “cacık” olmaz!
çünkü CHP, millete karşı "kin" doludur...
Evet, "kin" doludur... çünkü, bu millet CHP'yi "iktidar"a lâyık görmemektedir... Bilmektedir ki; "CHP iktidarında dini inancını yaşaması mümkün değil"dir!..
CHP de bunu bilmektedir... Bildiği içindir ki, millete ve milletin inancına "kin"le bakmaktadır!..
İşin özü ve özeti şu:
Millette bu "din" sancısı, CHP'de de bu "kuyruk acısı" var olduğu sürece, "CHP'nin milletle uzlaşması" mümkün değildir!..
Millet "din"siz, CHP "kin"siz yaşayamaz!..
Kara Gün’ün özeti!
Bugün, Demirbank yok... 2001’de battı... Eğer Demirbank yaşıyor olsaydı, radyo ve televizyonlarda şöyle bir reklam spotu duyuyor olurduk: “Bugün 28 Şubat 2008... Demirbank hayırlı işler diler!”
Evet, Demirbank battı ve tarih oldu... Dolayısıyla “o slogan” da tarih oldu... Tıpkı, “28 Şubat” ve “28 Şubat Postmodern Darbesi”ni yapan “cuntacı”ların tarih olması gibi!..
Sahi, nerede şimdi o anlı-şanlı “28 Şubatçı”lar?.. Nerede o, “gazetecilerin makatına süngü taktırmak” isteyenler?.. Nerede o, “Kızılay’ın göbeğinde bakanları yağlı kazığa geçirmeyi” hayâl edenler?.. Nerede o, “Sincan’da tank yürüten”ler?.. Nerede o, “millete karşı topyekûn savaş ilân eden”ler?.. “Vampir”ler, “Yarasa”lar ve “Şamanist”ler, nerede şimdi?..
Bir zamanlar “aslan”dılar!..
Şimdi, “süt dökmüş kedi”den farksızlar!.. Arayan olsa da, beyanat versem diye “telefon başında nöbet” tutuyorlar!..
Acıyorum onlara...
“Kara gün”ün karanlığında yok olup, gittiler!..
Oysa, “kervan” yürüyor!..