Aynı dili konuşanlar mı, aynı duyguyu paylaşanlar mı?
Adına “Demokratik Açılım” veya “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” denilen “devlet projesi”nin Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesine geçilmeden önce, “Cuma Namazı” için camideydim... Camiye girdiğimde henüz “ezan” okunmamıştı... İmam efendi, “kardeşlik” konulu “vaaz” veriyordu... Bir ara, öyle bir söz etti ki;
“İşte..” dedim,
“İşte bu cümle açılımın anahtarıdır.”
Gerçekten de, bu cümle... İmam efendi diyordu ki; “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar kardeştir!.. Dilleri ve ırkları ne olursa olsun!..” Öyle değil midir!.. “Aynı dili konuştukları” halde birbirlerine “düşman” olan kardeşler yok mudur...
Ama “aynı duygu”yu, “aynı inancı” paylaşan insanlar, birbirlerine düşman olamazlar...
Çünkü onlar, “kardeş”tirler!..
İmam efendi, “aynı dili konuşan” değil, “aynı duyguyu paylaşan” insanların “kardeş” olabileceğini söylerken, aklıma, İngiliz gazeteci Yvonne Ridley’in sözleri geliverdi... Yvonne Ridley’i biliyorsunuz...
Haber yapmak için Afganistan’a gittiğinde Taliban’ın eline “esir” düşmüş, 10 gün süreyle esaret yaşamış, sonra serbest bırakılmıştı...
Tabiî, bir şartla:
“Kur’an-ı Kerim’i inceleyecek ve İslâm hakkında yazacaksa, bu incelemeden sonra yazacaktı!”
“İŞTE BENİM AİLEM!”
Uzatmayalım...
Yvonne Ridley Taliban’a verdiği sözü tutup Kur’an-ı Kerim’i incelerken “Müslüman” oldu, ilk fırsatta da “Hacc”a gitti...
“Duygularını” şöyle anlatıyordu:
“Bir gün namaza geç kalmıştım... Mekke sokaklarında rüzgar gibi koşuyordum... Haremü’ş Şerif'in kapılarından birinin önüne geldim... Önümde onbinlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu... Hepimiz camiye girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık.
Herkes birbirini itiyordu.
Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıf-şişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk.
Ve birden namaz başladı.
Birkaç saniye içinde bütün herkes şeritler halinde sıraya dizildi.
Ben de sokağın ortasında seccademi yere sermiş, ayakta bekliyordum.
Yanıma baktım, çizgi kusursuzdu.
Onun önündeki de, onun önündeki de.
Ve düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur dünyada.
Kendi kendime, ‘İşte benim ailem bu’ dedim.
Şu an bile düşünürken, duygulanıyorum.
Gözyaşları boğazıma dizildi ve ‘Biz birlik olduğumuz zaman çok güçlü olabiliriz’ diye düşündüm.
Günde beş defa biz böyleyiz.
Günde 24 saat, haftada 7 gün böyle olsak hiç kimse bizim topraklarımızı işgal etmeye kalkmaz. Din kardeşlerimize işkence yapamazlar, çocuklarımızı katledemezler. Bize hiç kimsenin gücü yetmezdi ve bize saygı duyarlardı.
Bizleri terörize edemezler,
Bizlere zulmedemezlerdi.”
ÇANAKKALE’DE ŞEHİD DÜŞENLER
Yvonne Ridley haklı değil mi?..
“Dil”leri farklı, “ten”leri farklı, “boy” ve “cinsiyet”leri farklı bu insanlar; “aynı safta” durmakla, bir “kardeş”, bir “aile” olduklarını göstermiyorlar mı?..
Demek oluyor ki;
“Kardeş” olmak için, “aile” olmak için, dahası “millet” olmak için “aynı dili konuşmaya, aynı ırktan olmaya” hiç gerek yoktur!..
Buna ihtiyaç da yoktur!..
“Kardeş.. Aile... Millet” olabilmek için “aynı duyguları paylaşmak” yeterlidir!..
Sorarım size;
Çanakkale’de omuz omuza çarpışıp şehid olanlar ve şu anda koyun koyuna yatanlar, “aynı dili” mi konuşuyorlardı?.. Onların kimi “Türk”tü, kimi “Kürt”tü...
Aralarında “Arnavut” da vardı, “Laz” da, “Çerkez” de... Kısacası, bu topraklarda yaşayan “her dilden, her renkten, her ırktan” insan vardı!..
Onlar, Çanakkale’yi “geçilmez” kıldılar!..
Çünkü; “aynı duyguyu, aynı inancı, aynı heyecanı, aynı hedefi” paylaşıyorlardı!..
Onlar, “kardeş”tiler!..
İmam efendi de, buna işaret ediyordu ya;
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar kardeştir!.. Kardeşlerin Kürt, İngiliz veya Rum olmalarının hiçbir önemi yoktur...
Bizimle aynı duyguyu paylaşan, aynı heyecanı yaşayan herkes, bizim kardeşimizdir!”
ÇÖZMEYELİM!.. YOK EDELİM!
İmam efendinin vaazını dinledikten, “Türk” veya “Kürt” olan “kardeş”lerimle “aynı saf”ta omuz omuza durup, “aynı kıble”ye yöneldikten ve “aynı secde”ye baş koyduktan, yani namazımızı eda ettikten sonra dışarı çıkıp, “televizyon” izlemeye başladık.
Televizyonlar, “Meclis’ten canlı yayın” yapıyorlardı... İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın sunuş konuşmasından sonra, sırasıyla DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Ömer Çelik, Ufuk Uras ve Başbakan Tayyip Erdoğan geldi kürsüye...
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın; “açılımın ana hatları”nı anlatırken, “demokratik ve sivil bir Anayasa”ya, “daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi”ye vurgu yapmasına karşılık, Bahçeli ve Baykal, “çözüm”den yana değil, “yok etme”den yana olduklarını ortaya koyan sözler sarfettiler!..
Şu hâle bakın;
25 yıldır süren bu “kirli savaş”ta, her iki taraftan “40 bin can” gitmiş, bu ülkenin en az 300 milyar dolar’lık bir kaynağı, “bomba ve mermi” olarak Güneydoğu dağlarına gömülmüş!..
Ama Bahçeli ve Baykal bağırıyor;
“Kürt sorunu çözülmesin!”
Peki, ne yapılsın;
“Terör ve teröristler yok edilsin!”
İyi ama;
Son 25 yıllık süreçte “yok” edilebildiler mi?..
“Askerî operasyonlar”ın sonunda bir “çözüm” getirilebildi mi?..
Elbette hayır... “Kan”lar akmaya, “kınalı kuzu”larını şehid veren analar ağlamaya, yavrular öksüz, eşler dul kalmaya devam ettiler!..
İşte, “çözüm girişimleri” bunun için...
İsteniyor ki;
“Artık akan kan dursun, anaların gözyaşı dinsin!”
CHP’DE, HÂLÂ DERSİM KAFASI!
“Haayııırr!” diyor CHP’liler;
“Kan aksın, analar ağlasın!”
Ne zaman diyorlar bunu?..
10 Kasım’da!.. Meclis’te!..
10 Kasım günü, TBMM Genel Kurulu’nda “demokratik açılım”a karşı görüşlerini açıklayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in verdiği örnekleri biliyorsunuz... Kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce insanın öldürüldüğü “Dersim olayları”nı hatırlatan Öymen, “O zaman kimse anaların gözyaşlarından bahsetmiyordu” diyor ve sözlerine devam ediyordu:
“Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehid verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp bu savaşı bitirelim demedi. Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘Analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım..’ dedi mi? İlk siz diyorsunuz... Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok.”
Bütün “Alevi”leri ayağa kaldıran bu sözler, ne gariptir ki; kendisi de bir “Dersimli” olan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından alkışlanıyordu...
O Kılıçdaroğlu ki;
Dün “anne”sini kaybetti... Anne Yemuş Kılıçdaroğlu’nun cenazesi, Elazığ’dan kaldırılıp, Tunceli’ye gönderildi... Bugün, “Tunceli Cemevi”nde düzenlenecek törenden sonra toprağa verilecek!..
Öyle sanıyorum ki;
Anne Yemuş Hanım da, 1937’deki “Dersim İsyanı”nı yaşamış ve o günlerdeki kötü muamelelere maruz kalmıştır...
Meselâ, “dünyanın ilk kadın savaş pilotu” diyerek övdüğümüz Sabiha Gökçen’in, Dersim’in köylerine attığı bombalardan canını kurtarmış olmalı ki; bugüne kadar yaşamış!..
25 YILDIR NİYE ÇÖZEMEDİK?..
Şu işe bakın ki;
Annesi, “Dersim olayları”nın her safhasını yaşamış olan Kılıçdaroğlu, şimdi kalkmış “Dersimvari yöntem” öneren CHP’li Öymen’e alkış yağdırıyor!..
Öymen “Öldürelim, yok edelim” diyor,
Kılıçdaroğlu “alkış” yağdırıyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
Öldürerek, yok ederek, katliam yapıp tüketerek nereye varacak, hangi çözüme ulaşacağız?..
25 yılda “Kürt sorunu” çözüldü mü?..
Hayır!..
Peki, “yok” edilebildi mi?..
Yine hayır!..
O halde, “çözüm çabaları”na niye karşı çıkıyorlar, niye “kavga sürsün” istiyorlar?..
Belli ki, “gerilim”den “ekonomik ve siyasi rant” elde ediyorlar veya “ikbal” umuyorlar!..
Gerçekten merak ediyorum;
Niye “barış” istemiyorlar?..
Acaba, tarihçi Cemil Koçak’ın dediği sebeple mi?..
Cemil Koçak, öyle diyor ya;
“Biz savaşta yenilmeyen ama barış masasında hep kaybeden bir ülke olduğumuz için; barışı, savaştan tehlikeli görüyoruz!”
Tabiî, buradaki “biz”, bizler değiliz...
Hani, CHP’liler, “Cumhuriyet’i kuran partiyiz” diyorlar ya?.. Hani, milletin “cephe”de kazandığı zaferi, masada “hezimet”e çeviren CHP var ya, buradaki “biz”den kasıt, işte bu CHP’dir!..
CHP’liler, bu milletin cephede savaşıp “zafer” kazandığını ama kendilerinin “barış masası”nda kaybettiğini çok iyi biliyor ki; hemen her zaman “barış”a karşı çıkıyorlar!..
Gelin görün ki;
Onlar, yine kaybedecekler!..
“Barış” gelecek, CHP kaybedecek!..
“Gerilimin sürmesini” bunun için istiyorlar!..
Ama, o devirler geçti!..
Mutlaka “barış” sağlanacak!..
CHP’ye ve MHP’ye rağmen sağlanacak...
Eskisi gibi, yine “kardeş” olacağız!.
Çünkü biz, “aynı duygu”ları paylaşıyoruz.
CHP’nin iflası
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Meclis’teki dünkü konuşmasını izlediniz mi?.. Bana göre, “son derece rahat”tı...
“Kendine güvenen” bir hâli vardı...
Zaman zaman “espri”ler yaptı, muhalefetin “sataşma”larına “ironik cevaplar” verdi ama hiç “insicamını” bozmadı!..
Meselâ, “hızlı tren”in değil de, “CHP’lilerin raydan çıktığını” söyleyerek, lâfı ağızlarına tıkadı.
CHP’liler, bu defa “pankart” açmadı ama “maşa” kullandı!..
Kendileri yerine, “Meclis’in içine soktukları mobil militanlara” pankart açtırıp, slogan attırdılar!..
Ne var ki, “provokasyon”da yine başarılı olamadılar...
“Erdoğan’ı susturmak” istediler, onu da başaramadılar!..
Sonunda, baktılar ki olmayacak, “Meclis’i topluca terketmek” gibi bir eyleme başvurdular!..
Bu da gösterdi ki; “düşünceye tahammülleri yok”tur!..
Daha doğrusu, “söyleyecek bir sözleri yok”tur!..
Bence, dünkü oturum, “CHP’nin iflas ettiği”nin belgesidir!.