Kınaya mahkûmiyet zinaya aklanma
Zina yapanlara bu ülkede ceza var mı?
Yok.
Dilipak, “Sezer kına yaksın” dediği için “cumhurbaşkanına hakaretten” al sana 18 ay hapis.
“Bu başbakandan cacık olmaz” dediler ya.
Aklandılar...
Değil mi efendim?
Adamına göre suç, suça göre adam...
Geçmişte Şevki Yılmaz, çay paralarını alamayan hemşehrilerine Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrasına ödenen yüklü paraları kastederek, “Cumhurbaşkanı bir yıl zurna dinlemese de çay paralarınızı verseler ne olur?” dediği için cumhurbaşkanına hakaretten başı derde girmişti.
Cumhurbaşkanı zurna mı dinliyor?
Yani senfoniden anlamıyor mu?
Aslında anlamıyor da, anlar görüntüsüne “zurna dinlemek” deniyor.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar hesabı Şevki Yılmaz’a nereleri dolandırmadılar ki.
İtlerle dalaşmamak için çalıyı dolandı, yalıyı dolandı...
Faraza Dilipak, “zil takıp oynasa” deseydi.
Yine önümüze iki yol çıkacaktı:
Gül’e söylenmişse suç değil, Sezer’e söylenmişse suç...
Geçmişte Başbakan Necmettin Erbakan hocaya alenen küfreden generale madalya vermedikleri kaldı. Ne demişti Demirel?
“Deşarj hakkını kullanıyor”.
Cacık, zurna, kına...
Hangisi daha kırıcı?
Hiç kimse eli dururken bir başka yerlerine kına yakmaz...
Ama askere giden Mehmet’e “Kınalı Kuzu” diyoruz.
O bakımdan öylesi değerli bir boyanın devrim kıblesine iman etmiş birilerinin bilmem nerelerine sürülmesine bildiğim Dilipak cevaz vermez.
Anladığım, “Kıçına kına yaksın” yakıştırması Dilipak’a iftiradır.
Yorumdur, yakıştırmadır...
Başbakan’ın şiir okuma olayında Siirt meydanında söylediği sözlerin içerisinde Mustafa Kemal lâfı hiç geçmediği halde mahkemenin kararındaki gerekçede:
“Mustafa Kemal’i kastediyor” gibi yorumlara rastlarsınız.
“Kula kul olunmaz” sözünü kararı verenler öyle yorumlamak istediler ve de yorumladılar.
“Onu demek istedi”!
Ya onu demek istemediyse...
Niyet okuyana söylüyorum, yoksa sen müneccimbaşı mısın?
Falcılar bile bu kadar keskin konuşamazlar.
Ceza yargılamasında hiç olmaması gereken bir usul:
“Demek istedi”!
Ama kimi kararlarda oluyor işte.
Alın Erbakan hocanın mahkumiyet ilamını okuyun, orada da aynı mantığı göreceksiniz. Kayıp trilyon olayında Hoca ne bir talimat vermiş, ne de bir yere imza atmış. Böyle olduğu halde mahkum edildi.
Kararın gerekçesinde deniyor ki; “Genel başkan olduğu için bilmesi gerekirdi.”
Nasıl bilmesi gerekiyor idiyse?!.
Köylü suç işledi diye muhtarı mı sorumlu tutarlar?
Kışla geleneği, eskiden asker suç işleyince çavuşu döverlerdi...
Al sana Refah Partisi’nin kapatılması olayı.
Orada da Seçim Yasası kapatmaya cevaz vermediği halde mahkeme ilgili maddeyi iptal ettikten sonra iptal kararını geriye doğru yürüterek partiyi ancak kapatabildi.
Hem yargılayıcı hem kanun koyucu... Bu demektir ki demokratik cumhuriyetin gün ışığında en keskin ayak bağı yargıdaki ideolojik kadrolaşmalardır.
YARSAV Başkanı’nı dinlediniz:
“Cumhuriyet mitingine cumhuriyet savcısı gitmeyecek de kim gidecek?”
Sevsinler, sanki cumhuriyetin savcıları mitinglere gitmeye mecburmuş gibi.
O zaman olanların içeriğini bu tip militarist bir hukuk mantığı çerçevesinde ele aldığımızda kına ile zinayı daha yakından kavramış oluruz. Vatandaş kapında yıllarca beklerken sen mitinglere katılmayı kendinde hak olarak göreceksin, öyle mi?
Bu havada gel de çık işin içerisinden.
“Demek istedi” anlayışı Dilipak hakkında verilen cezanın gerekçesi.
Göreceğiz ki yanlış hesap nasıl ki Bağdat’tan dönerse, bu karar da AİHM’den öylece dönüp gelecek de kaybeden yine ülkenin yargısı olacaktır.
Ona üzülürüm.
Sayın Adnan Oktar da aynı dertten muzdarip.
Merak eden olursa dava dosyasını açsın okusun (ben okudum), göreceksiniz ki iddiaların organize suç örgütü ile bir alakası yoktur. 28 Şubat cenderesinde karakollarda ifade verenler mahkemede ifadelerini kabul etmedikleri halde “suç örgütüdür” diye aldı başını gidiyor...
Manzaralar ilginç:
Tarihe küfredenler kahraman, halkın duygularına tercüman olan düşünürler mazlum...
Sakın ola ki “Deprem ilahi ikazdır” demeyin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.