İslâm dünyasına yeni bir bahar lâzım!
Osmanlı Devleti dağıldı dağılalı İslâm dünyası sahipsiz...
Sahipsiz olduğu için de gelen vuruyor, giden vuruyor!
Dünyanın hangi bölgesinde yaşarlarsa yaşasınlar Müslümanlar hem yoksuldurlar, hem geri kalmıştırlar, hem de sahipsiz...
Dövülüyorlar, aşağılanıyorlar, sömürülüyorlar...
Gelişmiş ülkelerin “gık”ı çıkmıyor...
Çünkü İslâm dünyası çok dağınık. Bu dağınıklığı sahipsizliğini doğurdu.
Eskiden böyle değildi. Osmanlı padişahları, hattâ en karmaşık dönemin padişahı Sultan II. Abdulhamid bile İslâm dünyasına sahip çıkıyordu...
Sultan II. Abdulhamid çoktan bir kenara ittiğimiz “Halife” sıfatının yanı sıra ecdadından miras aldığı itibarı da kullanarak, bütün Müslüman devletler ve topluluklarla iletişim kurmuştu.
Vaktiyle Sultan II. Selim’in yaptığı gibi, Hindistan Müslümanlarıyla bile irtibata geçmişti.
Sultan II. Abdülhamid bir yandan ülkesindeki fitneyi bastırırken, diğer yandan Orta Asya Müslümanları, Çin Müslümanları, Rusya Müslümanları, Filipinler, Malezya, Endonezya ve Singapur Müslümanları ile temasa geçmiş, hatta önemli destekler vermişti...
Bu gerçeği Osmanlı arşiv belgelerinden öğreniyoruz.
Kısaca söylemek gerekirse, “hasta” döneminde bile Osmanlı ceddimiz İslam dünyasının itilip kakılmasını engelliyor, Avrupa hâlâ Osmanlı’nın gölgesinden korkuyordu!
Bu korku yüzünden yüzyıllar boyu Afrika’yı ve Uzakdoğu Müslümanlarını sömüremediler.
Avrupalı sömürgecilerin Afrika ve Uzakdoğu’ya her saldırısı Osmanlı Devleti’nin sert müdahalesine toslayıp tuzla buz oldu.
Bu yüzden de Osmanlı’ya düşman kesildiler: Osmanlı’yı parçalamak için elbirliği yaptılar.
Neticede Osmanlı Devleti dağıldı... O gün bugündür hiçbir devlet onun yerini alamadı. Bu yüzden Osmanlı’dan kalma boşluk aynen duruyor...
Yeni sahibini bekliyor...
En güçlü aday Türkiye...
Hem tarihi birikimi buna müsait, hem de halihazır durumu ve konumu...
Dikkat ediyor musunuz, İslam dünyasının herhangi bir parçası sıkıntıya girse (deprem, sel, savaş, tsunami, v.s.), önce Türkiye yardıma koşuyor, Başbakan başta olmak üzere, tüm yetkililer bölgeye koşuyorlar...
Bizi istikbale bu yöneliş taşıyacak işte! Sahibiyet duygusuyla eski etki alanımıza ve medeniyet ufkumuza açılacağız.
İşte o zaman, İsrail askerleri Filistinli kardeşlerimizi sahipsiz bulup katledemeyecek. İşte o zaman ne Amerikan oyunları girebilecek içimize, ne Batı emelleri, ne de Moskof cinliği...
Geçmişte bizi biz yapan değerlere yeniden sarılıp adeta yeniden dirileceğiz!
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi içinde, kardeşinin başına gelen musibetleri sadece kardeşinin hatalarıyla izah edip onu hırpalayanlara iltihak edenler bilmelidirler ki, bir gün sıra kendilerine de gelecek.
Yeniden dirilişin yolu ise her birimizin, üzerimize düşeni yapmamızdan geçiyor. İnancımızı yaşamamızdan...
Evet, İslam dünyası sahipsiz: Çünkü biz (bin yılın bayraktarları) bir birimize sahip değiliz. Bir birimizde varlık arayacağımıza yekdiğerimizin batmasında, yok olmasında varlık arıyoruz. Ayrıca kimi bulaşıcı (“sarî” diyor, Bediüzzaman) hastalıklara da müptelâyız!
Hastalıklarımızı, Bediüzzaman şöyle sıralıyor:
1. “Nemelâzım”cılık... (Dirilişi engelleyen en önemli faktör, istibdadın yadigârı)...
2. Kıskançlık... (Müspeti aramayı ve müspette yarışmayı önleyen hastalığımız)...
3. Tembellik... (“Elimden bir şey gelmez” mazeretiyle kılıflanmış)...
4. Tüm imkânını yalnız kendi nefsine hasretme... (Dünyevîleşme: Altta kalanın canı çıksın umursamazlığı... Bencillik)...
5. Samimiyetsizlik... (Hadi ikiyüzlülük demeyelim, ama sokakta Müslüman, evde başka bir şey)...
Sonuç: Şevksizlik!
•
• Bir birimizi karalamasak, bizi topyekün karalamak isteyenlere karşı ortak stratejiler geliştirebiliriz...
• Bir birimize tuzak kurmasak, inancımıza kurulan tuzakları boşa çıkarabiliriz.
• Bir birimizi çelmelemesek, ruhumuzu çelmelemeye gelenleri püskürtebiliriz.
• Bir birimizle uğraşmasak, kıblemizle uğraşanların etkisini kırabiliriz.
Maalesef bir birimizi yaralamak ve karalamakla o kadar meşgulüz ki, büyük bir hizmet üretmediğimiz halde yorgun düşüyoruz. Sonunda pasif kalıyor, mazeret üretmeye başlıyoruz...
Yok “Bir çiçekle bahar gelmez”miş de, “Mum dibine ışık vermez”miş...
Ama “Üzüm üzüme baka baka kararır”...
Asıl mesele mum olmak mı, yoksa üzüm olmak mı?
Galiba asıl mesele “şuurlu insan” olmak!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.