Toplumumuz Hasta mı, Sağlıklı mı?
TOPLUMLAR, ülkeler de hastalanır. Sağlıklı toplum vardır, hasta toplum vardır. Halk yığınları, sokaktakiler, resmî ideolojinin dar kalıpları içinde şartlı refleksli olarak yetiştirilmiş milyonlar bu konuyu bilmezler, duysalar da üzerinde durmazlar.
Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi? Geleceğimiz karanlık mı, pembe mi? Bu sorulara birileri pek iyimser cevaplar verir, birileri pek karamsar.
Türkiye ülke ve toplum olarak sağlıklı mıdır?.. Nazariyat yapmak, lügat paralamak istemem. Sağlıklı mıyız, hasta mıyız; somut örneklerle, çok kolay anlaşılır fikir ve görüşlerle fikirlerimi açıklamak istiyorum.
* Bireylerde (fertlerde) olduğu gibi toplumlarda da hafıza vardır. Hafızasını yitiren bir insan ne olur? Biyolojik olarak yaşar ama normal ve sağlıklı insan olmaktan çıkmıştır. Türkiye hafızasını yitirmiş bir ülkedir. 1928’den önce yazılmış, basılmış kitaplarını, gazete ve dergi koleksiyonlarını, arşiv vesikalarını, tarihî binalardaki kitabeleri, aile arşivindeki (varsa) eski mektupları ve belgeleri okuyamayan bir toplumun yeterli bir hafızası olduğu iddia edilebilir mi?.. çok kültürlü bir kimse trafik kazası geçiriyor ve beyni zedelendiği için hafızasını yitiriyor... Yiyor, içiyor, uyuyor, yaşıyor ama birikimleri ve kültürü yok olmuştur... Ne işe yarar artık o adam? İşte bazen toplumlar da bu duruma düşebilir. Böyle bir topluma sağlıklı demek mümkün değildir.
* Yazılı ve edebî kültür dilini yitiren fertler ve toplumlar da sağlıklı değildir. Bir Fransız bundan 150 yıl önce yazılmış Fransızca bir romanı, tarih kitabını, herhangi bir araştırmayı okuyup anlayabiliyor. Bir Türk, ne okuyabiliyor, ne de anlayabiliyor. Lise diploması almış bir İranlı, 13’üncü asırda yazılmış Hafız Divanı’nı okuyor, anlıyor, bu kıraatten (okumadan) zevk ve haz alıyor; bir Türkiye okur-yazarı, 16’ncı asırda yazılmış Fuzulî Divanı’nı okuyamıyor, anlayamıyor. Fuzulî kimdir? En büyük klasik Türk şair ve edibidir. Onu anlayamayan Türkiyeliler edebî, kültürel, yazılı lisanlarını kaybetmişlerdir. Lisanını kaybeden medeniyetini, kimliğini, kişiliğini de kaybetmiş olur...
* İç barışını, toplumsal uzlaşmasını (mutabakat) yitiren bir toplum hastadır. Bizim toplumumuz iç ve dış emperyalistler tarafından uzun yıllar boyunca çalışılarak kasıtlı olarak (müteammiden) Türk Kürt, Sünnî Alevî, Dinci Lâik, Sağcı Solcu, Şucu Bucu, İlerici Gerici diye birbirine düşman kamplara ayrılmıştır. çeşitlilik, farklılık olumlu tarafından ele alınmamış, olumsuz taraflarıyla işlenmiştir. Böylece halkta kopukluklar meydana gelmiştir. İç barış zedelenmiştir. Bu, bir sağlık alameti midir, yoksa vahim bir hastalık mıdır?
* En geniş mânâsıyla adalet olmayan bir yerde sağlık da yoktur. ülkenin gelirlerinin aslan payı çok küçük egemen bir azınlığın cebine giriyor, geri kalan gelir on milyonlarca halka yetişmiyor. Büyük hastalık. Bir ülke, bir devlet, bir toplum adaletle ayakta durur. Sadece mahkemelerin adaleti ile değil, “En geniş mânâsıyla” adaletle...
* İçinde yaşayan insanlara can, mal, inanç, ırz, kimlik güvenliği sağlayamayan, korkusuz yaşanacak bir ortam geliştiremeyen toplum da hastadır.
* Kokuşmanın, kirliliğin, her tür hırsızlığın, rüşvetin, haram yemenin anormal, korkunç boyutlara ulaştığı bir toplum sağlıklı mıdır, hasta mıdır? Sosyal sağlık, kirlilikle birlikte olmaz.
* Her toplumun kendisine özel bir kan grubu, parmak izi, sosyal ve antropolojik yapısı vardır. Bir eğitim düşününüz ki, bunları değiştirmeye, yepyeni bir millet “yaratmaya” yönlendirilmiştir. Bir kere, bu yapmak istediği mümkün değildir. İkinci olarak, farz-ı muhal değişikliği gerçekleştirse bile yerine koyacak ipe sapa gelir yeni değerleri yoktur.
* Sağlıklı toplumda, bizde olduğu gibi bir başörtüsü yasağı, tabusu, dayatması olmaz.
* Sağlıklı toplumda küçük hırsızlar yakalanıp cezalandırılırken, büyük hırsızların kanun ve adalet ağlarından sıyrılıp kaçması düşünülemez.
* Sağlıklı toplumlarda çeşitlilikler, farklılıklar, azınlıklar bir zenginlik unsurudur.
* Sağlıklı bir toplumda, deprem bölgesindeki büyük şehrin yapılarının yüzde sekseni çürük yapılmaz.
* Sağlıklı bir toplumda resmî ideoloji dayatması olmaz; vatandaşlar din, inanç, bağlı oldukları dine göre yaşamak konusunda serbest bırakılır.
* ülkelerin, toplumların sağlıklısı ve hastası olduğu gibi demokrasilerin de vardır. Vesayet demokrasisi sağlıklı değil, hastadır.
* Sağlıklı bir toplumda emanetler yâni başkanlıklar, makamlar, mevkiler, memuriyetler, hizmetler ehil olanlara verilir. Bunlar ehil olmayanlara peşkeş çekilirse o toplum son derece hasta demektir.
* Politikası son derece kirlenmiş bir toplumun sağlıklı olduğu iddia edilebilir mi?
Bir ev düşünün: Lağımları taşmış, muslukları patlamış, her tarafı çer çöple dolmuş, mutfakta bulaşıklar alt alta üst üste yığılmış ve kokmuş, perdelerin yarısı kornişlerinden çıkmış sarkıyor, pencere camları kırılmış, içeriye soğuk giriyor, doğal gaz (Mavi Akım) tesisatı bozuk, içeriye gaz sızdırıyor, odalarda fareler cirit atıyor, hamam böcekleri ordular gibi, her yer toz toprak, örümcek ağı... Bu ev sağlıklı bir ev midir? Burada ilk yapılacak şey temizlik değil midir?
Yüzde yüz temiz bir toplum olmaz. İnsanlar ve toplumlar kir, pislik, çöp, suç üretir. Ancak bunun sınırları, limitleri vardır. Norveç, Finlandiya, İsviçre, Almanya sağlıklı ve temiz ülkelerdir. Oralarda da hırsızlık, rüşvet, ihtilas, irtikab, emaneti suiistimal vardır ama yüzde bir veya ikidir. Bu kadarcık kir, pislik, mikrop sosyal bünyeyi hasta edip yere yıkmaz.
Bizde septisemi (Hastalık mikrobunun bütün vücuda yayılması) durumu vardır.
öncelikle hasta, kirli, dengesini yitirmiş, değerlerini kaybetmiş bir toplum olduğumuzu kabul edeceğiz, sonra tedavi için çareler ve çözümler arayacağız.
“Hayır hayır hayır!.. Sen yalan söylüyorsun, iftira ediyorsun, abartıyorsun... İddiaların hayaldir. Biz çok iyi bir yoldayız, nurlu ve pembe ufuklara dört nala koşuyoruz...”
Ya öyle mi? Ne haliniz varsa görün! Dikkat edin, dört nala giderken feci şekilde tökezlemeyin...
Şeytanları Nasıl Bağlayacağız?
PANDOR’un kutusunda ne kadar şeytan varsa fırlayıp Türkiye’ye yayıldılar. Artık ne yapsak onları kutunun içine geri sokamayız. Bu şeytanlarla baş etmek mümkün değil mi? Yüzde yüz baş edilmez ama zararlarını ve fesatlarını azaltmak, ellerini bağlamak için elbette alınacak tedbirler, bulunacak çareler vardır. Bu tedbir ve çareleri sıralıyorum:
(1) Onların medyasından daha güçlü ve etkili bir medyaya sahip olmak.
(2) Onların yalanlarını, hurafelerini, safsatalarını, balonlarını geçersiz hale getirmek.
(3) Biz bugünkü bölünmüş, parçalanmış, darmadağınık halde kalırsak, onlar ensemizde boza pişirmeye devam ederler. Birleşmeliyiz. Birleşmek edebiyat yapmakla, lâfla, kuru temenni ile olmaz.
(4) Onlardan daha bilgili, daha kültürlü olmalıyız.
(5) Ahlâk, karakter, fazilet bakımından çok güçlü ve vasıflı olmalıyız.
(6) Onlardan daha sanatlı, daha güzel, daha estetik olmalıyız.
(7) Bizim belimizi din ve mukaddesat sömürüsü büküyor. Sömürücüleri mutlaka tasfiye edip dışlamalıyız.
(8) İslâm’ın ihlâs, istikamet (doğruluk dürüstlük), sabır, şecaat, cesaret ilkelerini yüzde yüz hayata uygulamalıyız.
(9) Lüksten, israftan, aşırı tüketimden, para tutkunluğundan, gurur ve kibirden, rahavetten, gösterişten uzak durmalıyız.
(10) Riba ve faizden, ateşten kaçar gibi kaçmalı ve uzak durmalıyız.
(11) Kendimizi övmekten vaz geçmeliyiz. Asıl fazilet (üstünlük) bizim kendimizi övmemizle olmaz, düşmanlarımızın ve karşıtlarımızın faziletlerimizi kabul ve teslim etmeleriyle olur.
(12) Beş vakit namaza ve cemaate sımsıkı sarılmalıyız.
(14) Din konusunda cahillerin, geri zekâlıların, IQ’ları düşük olanların konuşmalarına, ahkâm kesmelerine, plan ve program yapmalarına izin vermemeliyiz.
(15) Yeterli miktarda çok vasıflı güçlü ve üstün Müslüman yetiştirmeliyiz.
(16) Fraksiyon ve parça asabiyetini bırakıp ümmet şuuruna/bilincine sahip olmalıyız.
(17) Din konusundaki zararlı ve enerji kaybettirici tartışmaları, çekişmeleri bırakıp rahmanî âlimlerin, kamil mürşidlerin dediklerini kabul etmeliyiz.
Bu saydıklarımı yapmazsak şeytanların maskarası olmaya devam edeceğiz.
Şeytanlara sövüp saymakla, lânet okumakla kurtulamayız. Onların ellerini kollarını bağlamak gerek.
Medya bu ülkede birinci kuvvettir. Medya konusundaki halimize bakalım. Kaç adet günlük gazete çıkartıyoruz. Kaç adet haftalık, kaç adet aylık dergi... Bu sahada güçlerimizi, enerjimizi, imkânlarımızı niçin birleştiremiyoruz?
Bugünkü aklımız, ilmimiz, irfanımız, mantığımız Kur’ân’ı, Sünneti, Şeriatın ve tasavvufun hikmetlerini ve sırlarını anlamaya yetmiyor.
Daha ne kadar zillet, esaret, hakaret içinde sürünüp duracağız?
Ne zaman uyanacağız?
öldüğümüz zaman mı?
çok geç kalmış olmaz mıyız?