Demokratik açılım Diyarbakır'dan nasıl görünüyor?

Demokratik açılım Diyarbakır'dan nasıl görünüyor?

'Demokratik açılımın sosyal, siyasal, ekonomik etkileri'


Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası'nın dün düzenlediği ve benim de katıldığım toplantının başlığı buydu.
Bu tür toplantılar bir muhasebe fırsatı sunuyor. Hızla gelişen ve başdöndürücü şekilde evrilen bir sürecin içinden geçiyoruz. Herkes kendince bir çabanın içinde. Atılan adımların, siyasal tavırların sonuçlarını bu tür toplantılarda farklı tarafları dinleyerek anlamak mümkün. En çok ihtiyaç duyduğumuz empati duygusu, bu toplantılarda ete kemiğe bürünüyor.

Mesele iki taraf arasında çözülecek bir mesele değil. İki tarafta da birbiriyle yan yana gelemeyecek, birbirine zıt endişeleri ve beklentileri olan çok sayıda taraf var. Bu taraflar süreç boyunca hesaba katılması gereken zengin bir yelpaze oluşturuyor.

Bu aşamada mutlaka üzerine eğilmemiz gereken bir algı sorunu var. Kürtler, açılımın kaynağında yer aldıkları ve muhatabı oldukları için bu meseleye çok kafa yormuşlar. Soruna getirilecek farklı çözümlerin tamamı en ince ayrıntılarına kadar tartışılmış ve olgunlaştırılmış. Çözümlerin yer aldığı evrensel birikimi ve Türkiye'nin özgün durumunu yakından biliyorlar. Bütün bunların arkasında ise dağ gibi bir beklenti yükseliyor. Kürtler anadillerine, kimliklerine ve var oldukları biçimde kendilerine saygı gösterilmesini bekliyorlar. "Türkler" dedikleri karşı tarafın ne düşündüğünü merak ediyorlar.

Benim tasnifim şöyle: Evet, Kürtler yaşanmış olan tarihi imbikten geçirip bu sorunu çözecek makul bir uzlaşma arayışı içindeler. Bu uzlaşmanın temelinde ise "karşılıklı saygı" var. Saygı, birlikte yaşamak için aklın ürettiği bir uzlaşma şeklidir. Saygı gösterirseniz saygı görürsünüz. Böylece birbirinizin hukukuna riayet ederek barış içinde yaşarsınız. Makul, yani akla uygun bir ortak payda. Karşı tarafın hissettiği şey ise bir duygu. İnsanı en çok esir alan, kilitleyen bu duygu, aslında hepimizin siyasal kişiliğinin bir parçası haline gelen korkularımız. Korku, insan mantığını ve aklını kilitler. Korkan insanın bütün refleksleri ve dikkati korkuya odaklanır. Korkan insan düşünemez, sevemez. Çok daha önemlisi ne kendisine ne başkalarına güvenebilir.

Korkuyu üreten, ambalajlayan, pazarlayan ve mübadele eden bir siyasal düzenin egemenliği altında yaşıyoruz. Cumhuriyetimiz korkular üzerine inşa edildi. Bağımsızlık sembollerimizden olan İstiklâl Marşı'mız "korkma" diye başlıyor. Bugüne kadar hep tehlikelerden, tehditlerden bahseden hakim seslere kulaklarımız alıştı. Devlet içindeki iktidar mücadelesi korku manipülasyonları ile yürüyor. Ergenekon adı verilen devlet içindeki illegal yapılanma, toplumu yöneten korkular yeterli gelmeyince, devlet eliyle bu korkulara halkı inandıracak şiddet eylemleri üretmek üzere oluşturulmuş. Korku üzerine işleyen bir düzenin içinde yaşıyoruz.

Şimdi de demokratik açılımdan korkuyoruz. Demokratik açılımın karşı tarafına egemen olan duygu işte bu korku. İşte bu korkunun giderilmesi, yönetilmesi ve bir şekilde tedavi edilmesi gerekiyor. Demokratik açılım bir devlet projesi, korku da topluma egemen olduğuna göre bu empatiyi işletecek olanlar Kürtlerden başkası değil.

Korkuların giderilmesinin ön şartı şiddetin sona ermesi. Şiddet üzerine kurulu her söylem, silahın masanın bir yerinde durduğu her müzakere talebi korkuları ete kemiğe büründürüyor.

Türkiye kısa zamanda çok uzun bir mesafe almış. Bu mesafeye Kürtlerin katkısı azımsanamaz. Eğer söz konusu olan engeller ise, zorlu engellerin büyük bir kısmını geride bıraktık. Ama daha alacağımız çok uzun bir mesafe var. Uzun mesafeler her şeyden önce dayanıklılık ve sabır gerektirir. Konuşmaya başladığımıza göre demek ki doğru yolda ilerliyoruz. Saygı duyarak ve korkuları gidererek zemini tesviye edebiliriz.

Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası'nın düzenlediği ve bütün taraflardan temsil edici elit bir zümrenin katıldığı dünkü toplantı, doğru yolda ilerlediğimizin kayda geçirilmesi gereken somut kanıtlarından biri oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi