Cesetler üst üste yığılmış, çocukların gözleri oyulmuştu!
1982 yazında İngiltere’den gönüllü bir grup doktorla birlikte Beyrut’a geldiğinde şimdiye kadar sempati duyduğu İsrail’in nasıl bir canavar olduğunu henüz daha keşfetmemişti. Filistinli sivillere tıbbi yardım etmek için gönüllü gitmişti ama herşeyin sorumlusunun “Terörist” Filistin Kurtuluş Örgütü olduğunu düşünüyordu. İsrail’in, yanı başında kadın ve çocukları nasıl dinamitlediğine şahit olunca, Sabra ve Şatila’daki katliamın korkunçluğunu yazdığı bir kitapla dünyaya duyurmuştu.
“Birkaç gün önce tedavi ettiğim çocuklardan biri de katledilmişti....Yolların etrafında cesetler...Kadın, çocuk, yaşlı....Üst üste yığılmış cesetler...İnsanlığımdan utandım...Bizleri Gazze Hastanesi’nden alıp götürdüler. Hastanedeki herkesi kurşuna dizip üst üste yığmışlar...Cesetlerden bazılarının gözleri oyulmuş, tanınmayacak halde çoğu...Kadınlara tecavüz edilmiş stadyumda.
75 beş yaşındaki bir kadına bile tecavüz etmişler...Çocuklarının, torunlarının gözleri önünde...Çocukları bir araya toplamış canlı canlı dinamitlemişlerdi...Kan ve ceset kokusundan geçilmiyor...
Ameliyathanede bir kadın ile bir çocuğu aynı anda tedavi ediyorum. Kadın karnından yaralanmış ve büyük bir operasyon geçirdi. Çok zor bir ameliyattı. Karaciğerinin üçte birini almak zorundaydım. Daha yeni yeni uyanıyordu.
Sonra çocuğu ameliyathaneden çıkarınca hemşireye her iki yaralıya da kan transferi istedim. Hemşire elde kalan son kanın kadına bağlandığını, küçük çocuğa verilecek kan olmadığını söyledi. Çocuk el bombasıyla yaralanmıştı. Acil kan gerekiyordu. Hemşireyle olan diyaloğumuzu duyan kadın, bize kendisinin yerine kanı küçük çocuğa vermemizi istedi. Sonra bizden ağrı kesici istedi ve kısa bir süre sonra da öldü...
Katliamdan 15 gün sonra Güney Lübnan’dan gelen yaşlı bir kadın...Mouna’nın büyük annesi. Mouna, 11 yaşındaki bir kız çocuğu. Katliam günü cesetlerin altında kalmış ve ölmüş olduğu düşünülerek bırakılmış. Şatila kampındaki çocuklarını ve torunlarını görmek için gelmişti yaşlı kadın. Şatila’ya vardığında kocası ve torunu Mouna hariç hepsinin katledildiğini gördü. Büyük oğlu Ebu Zuhair 1976 yılındaki Tel al-Zaatar katliamından kurtulmuştu. Tel al Zaatar Filistin mülteci kampı 1976 yılında 3 binden fazla Filistinlinin katledildiği ama çok az bilinen katliamlardandı. İşte Ebu Zuhair bu katliamdan kurtulmayı başarmıştı. Sonra Şatila kampına gelip yerleşmişti. Mouna’nın babaannesi..Başında beyaz bir örtü...Gözyaşları içinde ağıtlar yakıyor:
Neden öldün Ebu Zuhair? Elinde kalaşnikofla Tel al Zaatar dağlarından kaçıp bana geldin şimdi ise Şatila kampında bir koyun gibi katledildin. Güvercinlerimiz burada, karanfil çiçekleri etrafa güzel koku yayıyor, serçeler yine şarkı söylüyor ama Ebu Zuhair hiçbir yerde yok. Beyrut! sen sahip olduğum herşeyi aldın. Sahip olduğum son şeyi de aldın. Kalbim caddelerinde ölmüş bir şekilde uzanıyor. Ebu Zuhair zalimane bir şekilde senin köklerinden kayboldu. Seni katledenlerin kanı seninkiyle karışsın. Onun annesi de aynı acıyı yaşasın. Senin mezarını kim kazdı Ebu Zuhair? Bu felaketi kim getirdi başımıza? Kalbim bu duygusuz dünyaya karşı nefretle dolu. Geçen her kuşa yalvarıyorum, sevdiklerimden haber getirin diye. Acaba onlar susuz mu öldüler? Katiller acaba onlara biraz su verecek kadar merhametli miydiler? Ey tabut taşıyıcılar size yalarıyorum. Yavaş yürüyün. Durun bir kez daha göreyim sevdiklerimi....
Mouna’nın babaannesinin sözleri Filistinli arkadaşım Leyla’yı göz yaşlarına boğdu. Bana tam olarak ne söylediğini eksiksiz bir şekilde tercüme etti. Mouna’nın babaannesinin bu sözlerini ne zaman okusam gözyaşlarına boğuluyorum. Ama yine de onun yaşadığı acının küçük bir parçasını bile hissedemem.”
1982 yılında İsrail’in Lübnan işgalinden sonra Beyrut’a giden ve İsrail’in Lübnan’daki Hıristiyan müttefikleriyle gerçekleştirdiği Sabra ve Şatila katliamının tanıklarından Çin asıllı İngiliz doktor Ang Swee Chai’nin “From Beirut to Jerusalem” isimli kitabından....