Batılılaşma maceramız..
Yüz elli yıl kadar önce, şimdilerde girmeye can attığımız “Avrupa Birliği” yoktu. Onun yerine, yine girmeye can attığımız ve nice tavizler verdiğimiz, Avusturya, Fransa, Büyük Britanya, Prusya ve Rusya’dan oluşan “Avrupa Konseyi” vardı.
Zaman zaman toplanır, tıpkı şimdi yaptıkları gibi, dünyaya nizam vermeye çalışırlardı.
En sık yaptıkları işlerden biri, Osmanlı Devleti’nin yönetimine müdahale etmek, Osmanlı bünyesindeki azınlıkları bahane ederek imtiyazlar koparmaya çalışmaktı.
Doğrusu Osmanlı Devleti’ni yöneten kadro da buna yatkındı. “Ne pahasına olursa olsun” Avrupa Konseyi’ne girmek istiyor, bu amaç doğrultusunda tüm dayatmaları içine sindiriyordu.
3 Kasım 1839'da “Tanzimat Fermanı” bu amaçla yayınlanmış; ancak Avrupa Konseyi tatmin olmamıştı. (Şimdi de tatmin olmuyor, durmadan pürüz çıkarıyor) Avrupa, Osmanlı’daki azınlıklar için başka haklar istiyor, bir anlamda azınlığı çoğunluğun üzerine çıkarmaya çalışıyordu.
Paris’te kendi aralarında toplanıp Osmanlı Hükümeti’nden beklentilerini sıraladılar. Bir metin oluşturup Osmanlı Hükümeti’nin önüne koydular: “Hadi bakalım, Avrupalı olmak istiyorsanız bunları hemen uygulayın” diyerek de sırtını sıvazladılar. Avrupa o denli işin içindeydi ki; İngiliz ve Fransız elçileri her maddenin üzerinde Osmanlılarla birlikte çalışmıştı.
Sonunda ortaya bir metin çıktı. çıkan metni önce Sadrazam âli Paşa mühürledi, sonra Sultan Abdülmecid anlı-şanlı tuğrasını bastı…
Böylece zevahiri kurtarmış, Avrupa Konseyi’nin kararını iki mühürle “Milli metin” haline dönüştürmüşlerdi. Ama aslında metnin bütününde İngiltere ve Fransa’nın izi vardı.
Böylece Osmanlı Hükümeti, “Tanzimat Fermanı”ndan 17 sene sonra, 28 Şubat 1856’da (142. yıldönümü) azınlık haklarına ilişkin yeni bir “ferman” yayınlıyordu.
Yeni ferman, Tanzimat hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandı.
“Tilkinin kırk hikâyesi var, kırkı da tavuk üzerine” deyimini hatırlatan yeni ferman, azınlıkların inanç, ibadet, ticaret, memuriyet ve mülk edinme gibi haklarını garanti altına alıyor, Hıristiyan ve Musevileri küçük düşüren deyim ve sözlerin kullanılmasını yasaklıyordu.
Halk bu yüzden tüm metni “Gâvura artık gâvur denmeyecek” sözüyle özetlemişti.
Aslında verilen haklar daha önce var olan haklardı. Burada önemle vurgulanması gereken nokta, Osmanlı Devleti’nin tarih sürecinde bu haklar yokmuş gibi davranılması, bu ithamı Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin kabul etmesiydi.
Halkı yaralayan yönü de buydu. Bu yüzden halkın yıldızı Sultan Abdülmecid’le bir türlü barışamadı.
•
Islahat Fermanı, Avrupa’nın hemen hemen tüm beklentilerini karşılamıştı. O kadar ki; Fransız Elçisi dayanamamış, “Devlet-i âliyyenin bu kadar fedakârlık edeceğini me’mûl etmez idik (ummazdık)” demişti…
İngiliz Elçisi ise, “Ne dediysek vükelây-ı Devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz direnmiş olsalardı, ben bir yere kadar kendilerine yardım ederdim” diyerek bir büyük gafleti seslendirmişti.
Meşhur tarihçi Cevdet Paşa, “Bu Islâhat Fermanı’ndan dolayı Millet-i İslâmiyye dilgîr (kalbi kırık) oldu” diyerek kamu vicdanının rahatsızlığını dile getirdi. Ama artık olan olmuş “Islahat Fermanı” yayınlanmıştı. Ferman yayınlandıktan bir hafta kadar sonra, Avrupa’nın büyük devletleri Paris’te bir konferans tertiplediler.
Bu konferansın ana konusu, Osmanlı’nın “Islahat Fermanı”nı değerlendirmek, yeterli bulunması halinde Osmanlı Devleti’nin Avrupa Konseyi’ne girmesine izin vermekti. Konferans bitti. Yayınlanan sonuç bildirisinde Osmanlı Devleti’nin 30 Mart 1856 tarihi itibariyle “Avrupa Konseyi”ne (o tarihte Avrupa Birliği yerine Avrupa Konseyi vardır) dâhil edilmesine karar verildiği açıklandı… Buna ilişkin meşhur yedinci maddede kısaca şöyle deniyordu:
“Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti'nin bir Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa devletlerinin haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi'nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar…”
Yedinci madde fena sayılmazdı. Ancak sekizinci madde, başta Sultan Abdülmecid ve Batı hayranı Sadrazamı âli Paşa olmak üzere, Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin üzerinde tam bir soğuk duş etkisi yaptı:
“Osmanlı Devleti ile bu anlaşmayı imzalayan devletlerden biri veya birkaçı arasında anlaşmazlık çıktığı takdirde, Osmanlı tarafı ve Osmanlı ile ihtilâflı olan taraf kuvvete başvurmadan önce bu anlaşmayı imzalamış olan diğer devletlerin aracılığına başvuracaklardır.”
Bu, aba altından sopa göstermekten farksızdı. Hatta işgal tehdidi bile sayılabilirdi. Nitekim, zamanı gelince Türkiye işgal edildi.
Gördüğünüz gibi dostlar, Avrupa ittifakı, bize karşı öteden beri nalıncı keseri politikası izliyor. Daima kendine yontuyor..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.