'İç tehdit' nereden geliyor?
Bu sorunun cevabı artık netleşti. Türkiye'nin millî güvenliğini tehdit eden büyük tehlike Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içindeki illegal örgütlenmelerden geliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bütün kurumlarının ve tabii en başta bu tehdidi bünyesinde barındıran Türk Silahlı Kuvvetleri'nin öncelikli görevi, bu tehlikeyi en kısa zamanda ve kalıcı biçimde bertaraf etmek olmalı.
Netleşen tablo ise şu: Kuvvet komutanlarının yer aldığı bir cunta askerî darbe planlamış. Dün "şüpheli" sıfatıyla savcılığa ifade veren emekli generallerin, görevleri başında iken darbe teşebbüsünde bulundukları iddiası, Ergenekon davasının temel varsayımını oluşturuyor. Aynı dönemin Jandarma genel komutanı, emekli olduktan sonra da bu işlere devam ediyor. Generaller darbe yapmaya karar verince, kamuoyu desteğini hazırlamak için bir dizi provokatif eylem planlanıyor. Bu planları icra edecek illegal örgütler oluşturuluyor veya var olanlar bu hedeflere yönlendiriliyor. Darbeyi haklı çıkartmak için laikliğin tehlikede olduğunu ispatlamak gerekiyor. Bunun için Cumhuriyet Gazetesi'ne bomba atılıyor; Danıştay'a baskın düzenleniyor. Sonrasında aynı amaca yönelik suikastlar ve sabotajlar planlanıyor. Gayrimüslim cemaat temsilcilerine, Alevî önderlerine suikastlar hazırlanıyor. Ülkede tam anlamıyla bir kaos ortamı oluşturmak için büyük infial uyandıracak eylemlerin hazırlıkları yapılıyor.
Bu tablonun bütünü bir iç tehdit değil mi?
Millî Güvenlik Kurulu'nun resmî internet sitesinde "iç tehdit" şu şekilde tanımlanıyor: "Kökü ve kışkırtıcı kaynakları içeride ve/veya dışarıda olan, yurtiçinde açık veya gizli olarak yürütülen devletin anayasal düzeni, ülkenin bölünmez bütünlüğü ile milletin refahına yönelik örgütlü suç ve şiddet hareketlerini de kapsayan bir tehlike algılamasıdır."
Ergenekon soruşturmasının kendisi, doğrudan böyle bir tehdit algılamasını somutlaştırmıyor mu? "Örgütlü suç ve şiddet hareketleri" olarak planlanan eylemlerin generallere iktidar koltuğu sunması bekleniyor. Ya devletin anayasal düzeni, ülkenin bölünmez bütünlüğü ve milletin refahı?
Aynı internet sitesi "asimetrik tehdit"i şöyle tarif ediyor: "Yarattığı ani ve hazırlıksız durum nedeni ile ülkelerin siyasi, sosyal ve ekonomik sistemlerinde istikrarsızlıklarına neden olan, düşük seviyede kuvvet ve teknoloji kullanarak etkin olmayı amaçlayan tehdit algılamasıdır."
Yürütülen soruşturmaya, isnat edilen suçlara, ele geçirilen silahlara bakarak TSK bünyesindeki bu "örgütlü suç ve şiddet hareketleri"nin amacının "siyasî, sosyal ve ekonomik sistemlerde istikrarsızlığı" hedef aldığı açık değil mi? Kullanılan silahlar "düşük seviyede kuvvet ve teknolojiye" dayanan LAW silahı, suikast silahları ve bombalar değil mi?
Ortaya dökülen bilgiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığına, ülkenin âlî menfaatlerine, birlik ve bütünlüğüne yönelik en sistematik ve örgütlü tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine yerleşmiş, doğrudan TSK personelinin görev aldığı ve TSK'nın imtiyazlarının kullanıldığı illegal örgütlenmelerden geldiğini göstermiyor mu?
Önceki gün Yüksek Askerî Şura toplandı. Basına intikal eden haberler askerlerin, Ergenekon soruşturması çerçevesinde "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ve personeline yönelik sürdürülen karalama ve yıpratma kampanyalarından duyduğu rahatsızlığı" dile getirdiğini gösteriyor. Allah aşkına bu "rahatsızlık" içinde millî güvenliğimize yönelik bu devasa tehdit hakkında en küçük bir işaret var mı? TSK neden koca orduyu bir suç örgütüne dönüştürmeye kalkan kendi personelinden hiç şikâyet etmez?
Ne yapacağız? Bu tehdit karşısında "karalama ve yıpratma" anlaşılır diye oturup susacak mıyız? Bu ülkenin millî güvenliğini kim koruyacak?