Üniversite mezunu ev hanımları ne yapsın?
Aslında “bay” lafı gibi, “bayan” lafını da sevmiyorum, ama ne diyeceğimi de doğrusu pek kestiremiyorum. “Hanım” ya da “hanımefendi” desem “hah, bu da dincilerden” anlamını içeren peşin hükümler çıkıveriyor karşıma; “kadın” desem nezaket anlayışıma pek sığmıyor...
“Kavga toplumu” bağlamında, kelimeleri bile mermi yapıp beynimizin namlusuna sürmüşüz. Dilimiz “tetik” konumunda...
Ağzımızı açmadan düşüneceğimiz en önemli şey “hakkı söylemek” olmalı iken, sadece karşı fikrin sahibini yerlere vurmak için ağzımızı açıyoruz.
Ve “kavram kargaşası” içinde neyin ne olduğunu pek de fark etmeden, incir çekirdeğini dahi doldurmayan yapay gündemlerde vuruşup gidiyoruz...
Tabii, bu durumda gerçek sorunlar çözümsüz kalıyor. Çözümsüz sorunların yumağına dolanan yürekler çözülüyor, çöküyor, hatta çürüyor.
Bunca sözden sonra bile ilk cümleyi bulabilmiş değilim. En iyisi okurumun kendi cümlesini aynen almak. Diyor ki:
“Ben üniversite mezunu bir ev hanımıyım. Üniversite mezunu ev hanımlarına yönelik düşüncelerinizi merak ediyorum. Köşenizde yayınlar mısınız?”
Bence üniversite mezunu ev hanımları daha çok mağdur. Neden derseniz, ne diplomalarını unutup “hanım-hanımcık” vaziyetlerde eve sığışabiliyorlar ne de çalışma hayatına girebiliyorlar...
Aldıkları eğitim çalışmalarını gerektiriyor, ama yaptıkları “mazbut” evlilikler evde oturmalarını zorunlu kılıyor...
Bu durumda ya aile (koca, kaynana, kayınpeder, vs.) ile çatışmayı göze alacaklar ya da kendilerini bastıracaklar. Doğal olarak aile ile çatışmayı göze almak istemiyorlar...
Çünkü bu, büyük mutsuzlukları göze almak anlamına geliyor. Kendilerini bastırmaları durumunda ise içbükey (kendi yüreğine dönük) işleyen daha yakıcı bir mutsuzluğun kapısı açılıyor...
İki arada bir derede tükeniyorlar.
“Koca”ları suçlayamam; çünkü ortam, “mazbut” hanımların çalışmasına pek uygun değil. Ayrıca hanımların “mazbut” kalmalarını savunan, hatta başörtüsüyle okuyabilmelerini sağlamak için “eylem”lere dahi katılan işverenler, ne hikmetse “tesettürlü” hanımlara iş vermekten kaçınıyorlar...
Bu ikiyüzlülüğü öyle çok yaşadım, öyle çok sorguladım ve bu yüzden öyle çok kahırlandım ki, anlatamam.
Hanımları çalıştırmama arzusu yalnızca “dinsel” (doğru veya yanlış) değil, aynı zamanda da “geleneksel”...
Üstelik yöresel ve de töresel...
Dinî inançlarla takviyeli geleneksel güç odaklarının kesiştiği nokta, çalışmak isteyen eğitimli hanımın önüne kalın duvarların örülmesini kaçınılmazlaştırıyor...
Bunu aşana kadar da telef oluyorlar!
Keşke eğitimli olsun olmasın, çalışmak isteyen “mazbut” hanımların gücünü üretime kazandıracak işyerlerimiz olsaydı...
Keşke “örtülü-örtüsüz”, “bizden-sizden” ayırımı yapmayan yeni bir yapılanma içine girip, salt “insanlık” ve “üretime katkı” cihetinden olaya bakabilseydik...
Halbuki hâkim güç, ekonomiye bile ideolojik kalıplardan yaklaşıyor ve bu yüzden ekonomik kayıplarımız en üst noktalara çıkıyor.
Bunları bir yana bırakıp spesifik açıdan “ev hanımı okumuşlar” çerçevesinde kalarak görüş bildirmeye çalışırsak:
1- Üniversite mezunu ev hanımları, bilgi birikimlerini çocuklarına yansıtabilirler (Bilinçli annelik her kadının en önemli işlevidir);
2- Ailelerinden arta kalan zamanlarını öğrencilere özel ders vererek değerlendirebilir, böylece aile bütçesine katkıda bulunabilirler;
3- Kimi ev hanımlarının yarım kalan eğitimlerini tamamlamalarına yardımcı olabilirler;
4- Hanımlara yönelik derneklerde görev alabilir, hatta dernek kurabilirler;
5- Siyasal-sosyal faaliyetlere katılabilirler;
6- Yüreklerini ya da birikimlerini yazıp yayınlayabilirler;
7- Kendileri gibi ev hanımlarını örgütleyip başta kitap olmak üzere ihtiyaç maddesi pazarlayabilirler;
8- Uygun iş bulup çalışabilir ya da bazı firmalara branşlarıyla ilgili danışmanlık yapabilirler.
Sonuç olarak: Kimse kimsenin birikimini elinden alamaz...
Bilgi her alanda ve her anlamda geçerli bir metadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.