Empatiden sempatiye
Çeyrek asrı aşan süredir terör, kan akıtmaya devam ediyor. “Bitti, bitiyor” denilen noktada ‘yedi canlı canavar’ gibi yeniden başını kaldırıyor ve masum vatan evlâtlarını hedef alıyor. Tokat’da kurulan ‘tuzak’ da bunlardan biri. 7 vatan evlâdı şehit oldu, milyonlarca kişi de hüzne boğuldu. Bu vesile ile şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerken, bu acının ‘son’ olması için de duâ edelim.
Adına ne denilirse denilsin, Güneydoğu probleminin kökleri çok derinlerdedir. Dolayısı ile çözüm de aynı ölçüde zahmetlidir. Bununla birlikte bu problemin sona erdirilmesi, bölgede ve bütün Türkiye’de huzur ve barışın temin edilmesi de şarttır. Problemin sona ermesi için geçmişte nelerin yaşandığını bilmek de önemlidir. Ne yazık ki Güneydoğu’da nelerin yaşandığını, problemlerin nasıl olup da bu kadar biriktiğini, kök saldığını ve çözümsüz hale geldiğini bilemiyoruz. Çünkü sistem ‘bildirmemeyi’ hedef almış ve ona göre de çalışmış.
Meselâ, 12 Eylül 1980 ihtilâlinden sonra Diyarbakır Cezaevinde nelerin yaşandığını ancak yıllar sonra ve ‘bir kısmını’ öğrenebildik. ‘Köy boşaltma’lar yıllarca inkâr edildi ve sonra ‘Köylere dönüş başladı’ diye açıklamalar yapıldı, haberler okuduk. Peki, ‘Boşaltılmayan köylere dönüş nasıl başladı?’ sorusu akla gelmez mi? Türkiye’yi idare edenler hadisenin bu yönünü düşünmedi...
“Kürt iş adamı” olarak tanıtılan bölgedeki en büyük mermer fabrikasının sahibi Beşir Yılmaz, bu bilgisizliği sorgulamış ve çarpıcı açıklamalarda bulunmuş. “Açılım”a karşı çıkılmasını ‘normal’ karşılayan Yılmaz, “Güneydoğu’da neler yaşandığını kimseye, kamuoyuna yeterince anlatamamışız. Dolayısı ile ‘açılım’a karşı çıkanları anlayışla karşılamak lâzım” anlamında beyanlarda bulunmuş.
“Artık bir Türk bana ‘hain’ dediği zaman çok normal karşılıyorum!” diyen işadamı, çoğu kişinin inanmakta zorlanacağı, babası ve kardeşiyle iligili iki hatırasını anlatmış: (...) Biz Kürtler, Türk halkından daha fazla özverili davranmalıyız. Ben hiçbir zaman Türk halkının art niyetli olduğunu düşünmedim. Dediğim gibi, bilmedikleri için bunlar oluyor. Öyle empoze edildiği için yıllarca, basınıyla, yayınıyla... Burada yaşananları bilmedikleri için, faili meçhulleri bilmedikleri için, köy boşaltmaları, yakmaları bilmedikleri için... Benim babam askere gittiğinde kuyruğu var mı diye aramışlar. (Soru: Nasıl?) Kürtler kuyruklu ya! O noktadan geliyoruz buraya. Biz bunları yaşadık. Benim küçük kardeşim tıp son sınıfta gözaltına alındı. Biz ancak 45 gün sonra nerede olabildiğini öğrenebildik. (...) 1983’te... 45 gün sonra öğrendik diyorum size. Biz buralardan bu noktaya gelmişiz. O yüzden bizim açılım için o kadar çok acele etmemize, çok fazla baskı yapmamıza gerek yok.” (Mine Şenocaklı’nın röportajı. Vatan, 8 Aralık 2009)
İnanılması zor bu hatıra, lise yıllarımızdaki bir hatıramızı akla getirdi. 12 Eylül 1980 ihtilâli sonrası bir iki arkadaşımızla Rize’den Erzurum’a gitmiştik. Hatırlanacağı üzere, o dönemde de ‘komünist’lerin her an Türkiye’yi işgal edebileceği haberleri yayılırdı. Sosyal yapısı itibarıyla Erzurum, böyle haberler karşısında daha da hassastı. Bir dost sohbetinde, Erzurumlu bir genç “Yahu ben komünistleri başka bir şey sanırdım. Meğer onlar da insanmış” demişti. “Her halde ‘şaka’ yapıyor” diye düşünmüştük, ama sözleri şaka değildi. Bu sebeple iş adamı Beşir Yılmaz’ın babasıyla ilgili ‘kuyruk’ hatırasını okuyunca ‘olamaz’ diyemedim.
Kendimizi başkasının yerine koyarak çare arayabilirsek sıkıntıları geride bırakırız İnşallah...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.