Güzel ahlâkın kaynağı dindir
Ahlâkı güzelleştirmenin iksiri de dindir. Dolayısıyla ahlâkın kaynağı dindir, imandır. Hattâ hukuk, ilim, felsefe, teknik gelişmelerin kaynağı da...
İnsan; gelişebilmesi, olgunlaşması için ulvî/olumlu, süflî/olumsuz duygularla yoğrulmuştur. Bu duygularını kanalize etme gücü denen “hür iradeye” de sahip kılınmıştır.
Menfî duyguları müsbete kanalize ile, Fâtiha Sûresi'nde belirtilen “sırat-ı mustakîm” (dosdoğru yol) üzere terbiye eden peygamberlerdir. Eğer onların çağrısı ve tebliği din/iman olmazsa, dünya cehenneme döner. Kalbi işlettiren merhamet, hürmet/saygıdır. Hürmet ve merhamet insan kalbinden çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gâyet dehşetli gaddar canavarlar hükmüne geçirir.1 Bunun örneklerini, insanlık tarihi boyunca, Kabil’den başlayıp Karun, Firavun, Şeddat, Neron, Stalin, Lenin, Mao gibi meşhur zalimler, I. ve II. Dünya savaşlarına sebep olanlar göstermişlerdir.
Din, mânevî duyguları da tatmin eden, dengeyi sağlayan, ahlâkî normları yerleştiren hakikatler manzumesidir. Merhametsizlik, egoizm, bencillik, zulüm gibi kahredici duygular, hiçbir mânevî bağı tanımayan dinsizlik ve laubalilikten kaynaklanır.
Toplum hayatının düzenini sağlamak için, İslâmın (dinin) getirdiği mânevî mükâfat olan “sevap”, caydırıcı olan cezâların (had’lerin) yanında mânevî itap “günah” da vardır.2
Din, hayatın buharı, ruhu, hayatın hayatıdır. Dindar toplumlarda ferd ve âile hayatının daha düzenli, daha verimli, daha üretken, daha müreffeh, daha ahlâklı, daha huzûrlu, daha mutlu olduğu; daha kolay idâre edildiği de sosyolojik bir vakıadır.
Öte yandan, en büyük kaynaştırıcı ve birleştirici unsur dindir. Dünya, çeşitli belâ ve musîbetlerle çalkanıyor. İnsan sosyal bir varlık olduğundan, hemcinslerinin çektiği sıkıntılara ortaktır. Din, dayanışma, birlik ve beraberliği öğütler. Demek fıtrî-tabiî olan din ve nübüvvet, psiko-sosyal açıdan da zarûrîdir.
Din; felsefe, ilim veya herhangi bir ideoloji gibi değildir. Bunlar, meselelere tek taraflı ve en nihayet bir iki yönden bakarlar. Oysa din, maddî-mânevî boyutlarıyla tetkik eder. İnsanı rûhlar âleminden alır; hayatın bütün safhalarındaki ihtiyaçlarına cevap verir. Ona mezara kadar değil; ebede dek refâkat edip yol gösterir.3
Bin yıl önceki toplum gerçeklerinin hepsi mazide kaldı. Zenginler, hükümdarlar, ideolojiler, toplumlar, sınıflar, hattâ birçok millet tarih sahnesinden silindi. Hepsi, ama hepsi ya değişti, ya kayboldu. Fakat, din ayakta.4
Tahakkuk etmiş gerçeklerdendir: Çirkin, kötü, menfi haslet ve duyguların yegâne törpüsü din/imândır. Çünkü, fıtrî olan dinin sözü daha yüksek, etkisi daha büyük, hükmü daha yücedir.5 Başta vicdân olmak üzere sâir duyu ve duyguları, ancak o istikamete sokabilir. İmân ise, akıl-kalb ve vicdanlarda bir yasakçı bırakır. Böylece hayatın hayatı, hayatın ruhu, hayatın temeli ve ahlâkın esasını oluşturur.
İnsanların mîzaç, meşrep, huyları farklı, iklimler, coğrafyalar, imkânlar farklı, asırlar uzak olduğundan bir devir, toplum veya çağ için geçerli ve ilâç olan bir şey; başka millet ve devir için zehir olabilir. İstikameti, dengeyi, değişim içinde sürekliliği zamanın şart ve imkânlarına göre sürdüren, insanlığa yön veren ancak dindir. Nitekim, dini telkin, vahiy ve imân, yüzyıllar boyunca insanlığa huzûr verdi,6 ufuk açtı, mutlu kıldı.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 536.
2- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, Nesil Yay., İst., 1996, 5. baskı, c. 1, s. 31.
3- İşârâtü’l-İ’câz, s. 168.
4- Der Spigel, 1998.
5- Münâzarât, s. 45.
6- Dr. Alexis Carel, Başarının Sırları, s. 108.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.