Bingöl’den Tokat’a... Hep aynı provokasyon!
Ya ben çok geri zekalıyım, ya da birileri çok uyanık... Allah’a şükürler olsun ki, zekam yerinde... Gözlerimde de “at gözlüğü” değil, “uzağı gösteren gözlük” var... Dahası; sadece “uzağı” değil, “her tarafı” görebiliyorum... Çünkü ben, her şeye “tek pencere”den değil, “360 derecelik açıyla” bakıyorum... Bakıyor ve görüyorum ki; bu işlerde bir “bit yeniği” var... Bu işlerin altında bir “çapanoğlu” var!.. Bu işlerin altında “uyuşturucu rantını kaybetme” endişesi var... Bu işlerin altında “gözyaşı ve kan”dan elde edilen “siyasi rant” var!.. Bu işlerin altında “zaman ayarlı plânlar” ve “organize işler” var!.. Bu işler “bir tek kişi”nin işi değil, bu işlerin arkasında “örgüt”ler var, “mahfil”ler var, “odak”lar var... Bu işler, bir kişinin çekip-çevirebileceği bir “bakkal dükkanı” değil, bu işler “holding” işleri!.. Bu işler, “sektör” işleri!.. Kim ne derse desin; “terör” bir “sektör” olmuştur Türkiye’de!.. “Gerilim”den, “çatışma”dan, “Mehmetçiğin kanı ve anaların gözyaşı”ndan beslenen bir sektör!..
1993’TEN 2009’A... HEP AYNI SENARYO
Bugünkü Vakit’te bir haber okuyacaksınız... Haberde; Prof. Mahir Kaynak, Bingöl eski Belediye Başkanı Selahattin Aydar ve ASDER Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Altan Tan’ın görüşleri var...
Hemen hepsinin görüşü aynı:
“Senaryo, aynı senaryo!.. Tokat’ın Reşadiye ilçesindeki hain pusu, 1993 yılında Bingöl-Elazığ karayolunda 33 askerimizin kurşuna dizilmesi olayını akıllara getiriyor!”
Peki, 1993’te ne olmuştu?..
“Ne olduğuna” geçmeden önce, “o hain pusunun zamanlaması”na bir bakalım...
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1993 yılında “Kürt sorununun çözümü”ne ilişkin bir “barış havası” oluşturmuştu. PKK’nın da uzun süredir ilan ettiği “ateşkes” devam ediyorken; 33 erin Bingöl’de şehit edilmesi barış havasına darbe vurmuştu.
Ve bugün...
Hükümetin “demokratik açılımı” gündemdeyken ve uzun bir süredir büyük çaplı kanlı bir eylem yaşanmıyorken Reşadiye’de 7 askerimize yönelik hain pusu gerçekleştirildi.
Söyleyin hele;
Oyun, “aynı oyun” değil mi?..
16 yıl önce Özal’ın tesis etmeye çalıştığı “barış havası”nı sabote edenler, bugün de “demokratik açılım süreci”ne “pusu” kurmakla meşgul!..
Bir de hiç utanmadan, zerrece sıkılmadan, büyük bir “arsızlık”la diyorlar ki;
“Başbakan açılımı başlattı, ortalığı birbirine kattı!.. Açılım artık gaflet ve dalalet olmaktan çıkmış, bir hıyanete dönüşmek üzeredir!”
Gerçi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, muhalefetin yaptığı “ihanet” suçlamalarına cevap verip; “Asıl ihanet, açılım sürecine karşı çıkmaktır” dedi ama, yine de sormak lazım bu “terör tacirleri”ne;
“Terör denilen bu belâ, açılım süreciyle birlikte mi başladı?.. Bu ülke 30 bin kınalı kuzusunu bugün mü kaybetti?.. Açılım süreci başlamasaydı, terör duracak mıydı?..”
Ya da şöyle soralım:
“Terör denilen bu belâ, açılım sürecinden sonra başladı ise, düğmeye basıp terörü başlatanlar açılıma karşı olan güçler ve odaklar değil midir?..
Onlar, açılıma niye karşı?.. Terörün siyasi ve parasal rantı kesileceği için mi?”
Kaldı ki, bu “açılım”ın tek amacı vardır:
“Daha fazla insan ölmesin!.. Kan dursun!.. Anaların gözyaşı akmasın!”
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR İÇİN TASARI
Ne ilginç değil mi;
“7 askerimizin şehit olduğu” haberi geldiği gün, Meclis’te hangi konu görüşülüyordu biliyor musunuz?..
O gün, “taş atan çocuklar”la ilgili yeni düzenlemeler görüşülecekti Meclis’te!..
Hazırlanan “tasarı”da özetle deniliyordu ki;
“Polise taş atan çocukların yargılanmalarının çocuk ağır ceza mahkemelerine kaydırılması, terör suçlarında cezaları artıran hükümlerin 18 yaş altındakilere uygulanmaması ve bu çerçevede yargılamaları süren çocuklar için istenen cezaların yarı oranında düşmesi sağlanacaktır!”
Gördüğünüz gibi; amaç, “PKK tarafından kullanılan çocuklar”ın ağır bir bedel ödemesinin önüne geçmekti!..
Ama, o toplantı yapılamadı!..
Görüşmeler iptal edildi!..
Çünkü o gün, “PKK’lıların bir İETT otobüsüne molotoflu saldırısı” sonucu vücudunun büyük kısmı yanan 17 yaşındaki Serap Eser adlı genç kız, “yaşama mücadelesinin 28. günü”nde ölmüş, Tokat Reşadiye’den de “acı haber” gelmişti: “Pusuya düşürülen 7 askerimiz şehit oldu!”
“Zamanlama”ya lütfen dikkat!..
Ve hemen ardından, “açılım ölmüştür” şeklinde verilen demeçlere dikkat!..
BİNGÖL’DEKİ KATLİAM HÂLÂ KARANLIK!
İşte, “16 yıl önce” de böyle olmuştu... Rahmetli Turgut Özal tarafından başlatılan “açılım” süreci, “33 erin şehit olduğu” haberiyle sabote olmuştu...
Peki, “kim”di o hainler?..
Malûm;
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 1993’te Bingöl’de şehit edilen 33 erle ilgili olayın karanlıkta kaldığını belirtip Ergenekon şüphesini dile getirince dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen’den tepki gelmişti. Necati Özgen, Milliyet’in manşetinden “33 eri bana sorsunlar” sözleriyle Hüseyin Çelik’e çıkışmıştı...
Oysa, Hüseyin Çelik’in gündeme getirdiği bu soru, vücuduna 7 kurşun isabet eden ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Gazi Erdal Özdemir tarafından 16 yıl önce sorulmuştu... Hem de, bizzat Necati Özgen’e ve şu sözlerle;
“Değerli komutanım, 33 askerimizin şehit edildiği dönemde siz de Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı’ydınız. Askerlerimizin niçin silahsız, korumasız olarak dağıtımları yapıldı?”
Evet, o askerler niye “silahsız” ve “korumasız” olarak yola çıkarılmıştı?.. Radikal’den Murat Yetkin’in, 1 Şubat’ta yazdığı “33 er olayının Ergenekon’la ilgisi” başlıklı yazıda gündeme getirdiği gibi; erleri taşıyan otobüs, “tam da korumasız kaldığı bir an”da nasıl saldırıya uğramıştı?.. Yoksa, “birileri”(!) orada “boşluk” olduğunu biliyorlar mıydı?.. Bu olayla ilgili “brifing” veren “subay”, Murat Yetkin’in sorusunu niye duymazdan gelmiş, ısrar etmesi üzerine niye “soru yok” demişti?..
Dahasını da aktaralım:
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, Ergenekon’la bağının araştırılacağını söylemesi üzerine emekli paşa Necati Özgen’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklamaya değinen Emre Uslu, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazıda, paşayı yalanlamış ve “Bölgede PKK’nın yol kesme haberi Bingöl’e ulaşınca, Özgen paşanın iddiasının aksine hemen kuşatma diye bir hareketlilik olmamış” diye yazmıştı... Özgen Paşa’nın söylediğinin aksine, teröristlerin kaçırdığı 24 rehinenin asker tarafından değil, Özel Harekat polisleri tarafından kurtarıldığını belirten Uslu, dönemin Bingöl Emniyet Müdürü’nün Ankara’ya “Rehineler polis tarafından kurtarıldı” şeklinde bilgi notu geçtiğini, bunu haber alan tugay komutanının “Niye güvenlik güçleri demedin” diye emniyet müdürüne çıkıştığını yazmıştı...
Dahanın da dahası, olayın perde arkası “köylüler” tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanmıştı.
Köylüler; Özgen Paşa’nın; “21-24 Mayıs tarihlerinde büyük bir operasyon yaptık!.. Biz, teröristleri hemen kuşattık... Şiddetli çatışmalar yaşandı” iddiasının aksine, diyorlardı ki;
“Asker ve sivilleri götüren teröristlerin ardından o gece sabaha kadar hiç asker ve helikopter gelmedi. Sabahın erken saatlerinden itibaren bölgede helikopterler ve askerleri görmeye başladık. Çevrimpınar köyü, sadece teröristlerin o gece kullandığı bir geçiş güzergahıdır.”
Uzatmanın alemi yok... Murat Yetkin’in 1 Şubat’ta sorduğu soruyu tekrar edelim: “33 Er olayının Ergenekon’la ilgisi” var mıdır, yok mudur?..
Aynı soru, bugün de geçerli;
“Tokat Reşadiye’de şehit olan 7 er olayının Ergenekon’la ilgisi var mıdır, yok mudur?..”
“Yok” diyenler parmak kaldırsın!..
Kaldırsın ki;
“Provokatör”leri tanıyalım!..
Tabii, “hain”leri de!..
Truva Atları!
Başbakan Tayyip Erdoğan, Washington’daki bir toplantıda demiş ki;
“Basın, tarihinin en özgür dönemlerinden birini yaşamaktadır. Ancak, bünyesinde bazı gazete ve televizyonların da mevcut olduğu bir holdingin, vergiden dolayı aldığı cezanın çarpıtılarak basın özgürlüğüne darbe gibi yansıtılmaya çalışılması düşündürücüdür. Kesilen vergi cezası, tamamen kanunlarımız çerçevesinde kesilmiştir. Kesen, devletin Maliye Bakanlığı’dır... Vergi cezasının basını kontrol altına alma çabasıyla uzaktan yakından asla ve asla ilgisi yoktur, olamaz.”
Gerçek de budur...
Ama, bu gerçekleri çarpıtmak amacıyla ABD ve Avrupa’da “lobi”ler kuran kartel patronu, kendisine “tetikçi gazeteciler” bulup, “basın özgürlüğüne darbe” soruları sordurmaya devam etmektedir!..
İşin tuhaf tarafı, bu “lobi”ye; “papyon kravatlı bir monşer”in de dahil olmasıdır!.. Öğrendik ki; Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy da, “kartel lehine lobi” yapanlar arasındaymış!..
“Görevden alınmak”tansa, “merkeze alınmayı” tercih etmiş!..
Dışişleri de kabul etmiş!..
Doğrusu, bana ilginç geldi...
Bu “Truva Atları” ile Hükümet’in işi gerçekten zor!..