Başbuğ’un sözleri bana neleri hatırlattı?
En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de, hiç kimse, biraz sonra yazacaklarımı eğip-bükmeye ve beni “asker düşmanı” olarak göstermeye filan kalkmasın... Ben, askerliğimi, “bazılarının çocukları” gibi “evimin yanında” veya “yalıların yakınında” yapmadım... “Böbreğimi” aldırıp da “çürük” çıkarak, “askerlikten kaçmak” gibi bir niyetim ve çabam olmadı.. Askerliğimi “Doğu’da” yaptım... Rahmetli “babam” da, “amcam” da Doğu’da yaptı...
“Kardeşim” de, “oğlum” da, “yeğenim” de Doğu’da yaptı askerliğini... Her zaman söylerim, şimdi de söyleyeyim; “aynı komutanla, aynı şartlarda ve aynı yerde” yine askerlik yaparım... Benim sorunum “ordu” ile değil, “bazı komutanlar”la!..
Komutanların “yanlış” işleri, “askerlik dışı faaliyetleri” ile... “İşini yapan asker” ile hiçbir problemim yok!
PROFESYONEL ASKERLİK NE OLDU?
Bunu “açık ve net” söylediğime göre; gelelim “dün”e... Dün, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un Trabzon’da ve de Oruç Reis Fırkateyni’nde “basın toplantısı” düzenlediğini televizyonlardan öğrenince; ne yalan söyleyeyim; “tırmanan terör olayları”na karşı bir “çözüm paketi” sunacağını zannediyordum.
“Herhalde” dedim; “terörle mücadele” işinin “profesyonel askerler” tarafından yürütüleceğini söyleyecek!..
27 Haziran 2007’de, Eğirdir Komando Okulu’nda düzenlediği basın toplantısında öyle demişti ya;
“Terörle mücadele, profesyonel askerlere bırakılacak... 6 komando tugayında gelecek yıldan itibaren yedek subaylar görev almayacak...
2009 yılı sonuna kadar, er ve erbaşların yerine uzman çavuşlar gelecek!”
Dün, Trabzon’da düzenlediği basın toplantısında, işte bu konuyu gündeme getireceğini sanmıştım...
Öyle ya; “2009’un bitmesine” şunun şurasında kaç gün kaldı?..
Ama, maalesef gördüm ki;
Sayın Başbuğ, bırakın “profesyonel askerlik” meselesini, “askerliğe dair” neredeyse hiç bir meseleye değinmedi... Adeta bir “politikacı” gibi, hemen her konudan söz etti de, “askerliği teğet geçti!”
TRABZON’UN AYRICALIĞI NE?
“Trabzon’un ayrıcalıklı bir yeri olduğundan” ve kendisinin de “Karadeniz’in damadı” olduğundan bahsedip, adeta “tribünlere oynayan” bir konuşma yaptı da; “teröre karşı 30 yıldır ne yapıldığından, nasıl bir sonuç alındığından, bundan sonra ne yapılacağından” hiç bahsetmedi!.
Şahsen ben, bu toplantının fırkateynde, yani “deniz”de yapılmış olmasının “özel bir anlamı” olduğunu düşünüyorum...
Sayın Başbuğ, böylece “denizci”lere bir mesaj verip, “arkanızdayız” demek mi istemiştir acaba?..
Öyle ya; “yargının hedefi”nde “Denizci Subaylar” var! “Darbe plânları” yapanlar onlar, “sorgulanan”lar onlar, “yargılanan” ve hatta “tutuklanan” onlar!
Başbuğ, “onlara destek” olmak için mi “gemi”de yaptı bu toplantıyı... Bir “koruma” mı var?..
“Karadenizlilerin damadı olduğunu ve Trabzon’un ayrıcalıklı bir yerinin bulunduğunu” söylemesi de, çok garip geldi bana!.. Bunu söylemekle, Rahip Santaro’nun ve Hrant Dink’in katillerine duyulan “toplumsal tepki”yi hiç düşünmedi mi acaba?..
Öyle ya, “Trabzon’un ayrıcalığı” var da, geri kalan “80 vilâyet”in ayrıcalığı yok mu?..
Evet, toplantı neden “Trabzon”da?..
Ve neden “gemi”de?..
Yoksa, “asimetrik bir mesaj” mı verildi?!?
YARGIYA DOLAYLI TEHDİT Mİ?
Bu “kuşku”larımı da dile getirdikten sonra, şimdi, “Başbuğ’un sözlerini nasıl okuduğumu” söylemek istiyorum...
Bunu yaparken, “söz”lerden hareketle “olay”lara gidecek ve Sayın Başbuğ’a bazı sorular soracağım...
İlk önce, “dolaylı tehdit”ten başlayalım:
“Adli makamlar ihbar mektuplarına ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidir...
Böyle durumlarda Türk Silahlı Kuvvetleriyle bilgi teatisi ve iş birliğinde bulunmalıdırlar. Aksi durumlar kurumlar arası çatışmalara neden olabilir.”
Başbuğ’un bu sözleri, bana “yargı”ya yönelik bir “uyarı” gibi geldi!.. Sayın Başbuğ, “yargıyı da hizaya getirmeye”mi çalışıyor acaba?..
Bu, “askerin yapmadığı” iş değil!..
Hatırlarsanız, “Şemdinli’de bir kitabevinin bomba ile uçurulması”ndan sonra, Emekli Korgeneral Altay Tokat, şöyle demişti ya;
“O bomba mesaj içinde ama, beceriksizce yaptılar!.. Benim zamanımda, ben de bir-iki kritik noktaya bomba attırdım. Benim meselem mesaj vermekti. Batıdan gelen memurlar, hakimler işin ciddiyetini anlamıyor. İşi basite almaya çalıştılar, rastgele dolaşıyorlar. Oraya buraya gidiyorlar... Hizaya gelsinler diye evlerine yakın iki yere attırdım.”
Bazı komutanlar, “yargıyı hizaya getirmeyi” pek severler... Bazıları “bomba” attırır, bazıları da “brifing” verir!..
Bu millet, “brifingli yargı”dan az mı çekti?!?
O YAZIYI NASIL OKUMUŞTU ACABA?
Sayın Başbuğ, öyle anlaşılıyor ki; sadece “yargı”ya değil, “medya”ya da “balans ayarı” yapma gereği duymuş olmalı ki; şöyle konuşmuş:
“Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı psikolojik harekat yürütenlere diyorum ki bulunduğunuz yol, bulunduğunuz yer doğru değildir.
Terör olaylarını TSK ile ilişkilendirmeyi, PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir.
Ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır.”
Bu “gocunma” niye?..
Hiç kimse, “TSK ile PKK arasında bir ilişki”den söz etmedi ki?.. Sadece bazı “eleştiri”ler yapıldı ve “kuşku”lar dile getirildi!..
Meselâ, Nuh Gönültaş’ın 6 Haziran 2007’de, Bugün gazetesinde yazdığı; “Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede?” başlıklı şu yazısı;
“Kuzey Irak'taki teröristler eğer sınırı geçemezlerse Türkiye'ye nasıl bir zarar verebilirler ki? Ne kadar uzun, ne kadar dağlık, ne kadar çetrefil olursa olsun, etten duvar örülür yine o sınırdan kuş uçurtulmaz... PKK Kuzey Irak'ta olabilir. Peki karakollarımızı Kuzey Irak'tan geçip mi vuruyorlar?
Türk ordusu sınıra yığınak yapmışken PKK'lı teröristler nasıl Türkiye'ye sızıyor? Oradan kuş uçurtmamaları lazım. Silahsa silah, paraysa para, uçaksa uçak, helikopterse helikopter, askerse asker...
Eksik olan nedir?
Niye 30 yıldır bu bela yüreğimizi yakıyor, niye engellenemiyor, neden neden? Bunlardan birinci sebep subay kadrosunun asıl görevi olan bu işlerden çok siyasetle, iç siyasetle uğraşması, dolayısı ile gerçek görevine gerektiği gibi odaklanamamasıdır.
Bu en önemli sebeptir.
Askerin kafasındaki tehdit sıralaması ne yazık ki farklıdır ve bu sıralama ne yazık ki yanlıştır.
Bunun yanlış olduğunu 25 yıldır anlamamalarını anlamak mümkün değil.
Bu arada PKK belasının 12 Eylül darbesinin ürünü olduğunu unutmamak lazım!
PKK ile mücadelede başarısızlık doğrudan doğruya PKK ile mücadelede kullanılan askerlerle de çok ilgili.
Muharebe subay işidir.
Ama erler savaştırılıyor, yedek subaylar savaştırılıyor. PKK ile mücadelede subaylarımız nerede?”
Enteresan değil mi;
Nuh Gönültaş’ın, “subaylarımız nerede” sorusunu sormasından sadece “3 gün sonra” yani 9 Haziran 2007 günü Şırnak’ta, PKK’nın yola döşediği mayın Yarbay Melih Gülova ile Binbaşı Ramazan Armutçuoğlu’nun şehit olmalarına yol açmıştı!..
Bu, bir “tesadüf”(!) müydü acaba?..
Bu konuyla ilgili, Sayın Başbuğ’un düşüncesi neydi acaba, bilmek isterdik!..
EMANETE BÖYLE Mİ SAHİP ÇIKILIR?
Sayın Başbuğ’un şu sözü de ilginç:
“Bizi en çok üzen ve yaralayan noktalardan biri, TSK içinde bizlere canları emanet edilen Mehmetçikler üzerinden kanlı hesaplar yapabilenlerin olduğunun düşünülmesi, ileri sürülmesi konusudur.”
Lütfen dikkat!.. Sayın Başbuğ, Mehmetçikler için “bize emanet” diyor!..
Peki, sormak gerekmez mi;
27 Mayıs 2009’da Hakkari’de meydana gelen “mayın patlaması”nda “şehit olan 6 asker” kime emanetti?.. “6 kınalı kuzu”nun şehit olmasına yol açan o “mayın”ları kim döşedi?.. Çukurca Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E., o mayınları “bizzat kendisinin yeleştirdiğini” itiraf ederken, mayın döşediği yerleri “er”lere niye söylemedi acaba?..
“Emanet”e böyle mi sahip çıkılır?..
Ya, Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde “4 askerin şehit olması”yla sonuçlanan “pimi çekilmiş bomba” olayına ne demeli?..
Teğmen Mehmet Tümer, eline “pimi çekilmiş bomba” verdiği er İbrahim Öztürk’ü “cezalandırmak” mı istedi, yoksa onun “emanet” olduğunu mu unuttu?..
AKTÜTÜN’DE BASKIN, ANTALYA’DA GOLF!
Sadece bu “2 olay” da değil...
3 Ekim 2008’de Aktütün Karakolu’na saldırı düzenlenip, “15 askerin şehit olduğu” gün, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu Antalya’da “golf” oynamıyor muydu?..
“Emanet”e böyle mi sahip çıkılıyor?..
Daha yığınla “olay”dan bahsetmek mümkün... Ama, ben bunları sayarken bile yoruldum...
Ama, son bir örnek vermek istiyorum:
PKK ile TSK elbette ilişkilendirilemez... Ama, geçen dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın; “Tanırım... İyi çocuktur” dediği kitabevi bombacısı Astsubay Ali Kaya’nın bir zamanlar “PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan’a korumalık” yaptığını nasıl izah edeceğiz?..
Bu “korumalık” görevi esnasında Ali Kaya’yı tanıyan ve bir anlamda “deşifre” eden Rozerin adlı kadın; acaba niye bir “asker” tarafından değil de, “ajandır” denilerek, PKK tarafından öldürülmüştür?..
Bütün bunlar “rutin” olaylar mıdır?..
Ya da, Genelkurmay’ın tabiriyle “münferit” olaylardan mıdır?..
Sayın Genelkurmay Başkanı, bütün bu olup-bitenler gözler önündeyken, bunlarla ilgili açıklamalar yapmak yerine, niçin bir “politikacı” gibi konuşmakta ve niçin “tribünlere oynamaya” çalışmaktadır?..
“Bu milletin bir ferdi” olarak şahsen ben, şu sorunun cevabını çok merak ediyorum;
“Terör ne zaman ve nasıl bitecek?.. Terörle mücadele nasıl yapılacak?.. Askerin kanı, anaların gözyaşı, 30 yıldır niye durdurulamadı?..
Kan ve gözyaşının durması için ne yapılmalı?.. Daha kaç asker ölecek, daha kaç eve ateş düşecek, daha kaç yüz milyar harcanacak?”
Ben, bunun cevabını merak ediyorum!..
Kimin, “nerenin damadı” olduğunu değil!..
Ben, askerden “askerlik” bekliyorum!..
“Asimetrik mesajlar” değil!..
==============
Konuştukça açılıyorlar!
Hani, “şecaat arz ederken merd-i kıptî, sirkatin söylermiş” diye bir söz vardır ya; “Bingöl’de 33 erin katledilmesi” olayının yeniden gündeme gelmesinden sonra ortaya çıkıp; “Sorumlu benim!.. Ne soracaksanız, bana sorun!” diye kükreyen Necati Özgen Paşa var ya; çıktığı televizyon ekranında, “kahramanlık”larını anlatırken, epey “açık” vermiş!..
Ehh, yavaş yavaş “itiraf”lara da başlamış!.. Meselâ, “İhmalim olduğu doğru” demiş!.. “33 erin silâhsız olarak otobüse bindirilmesi” ihmal ile izah edilir mi, orasını takdirinize bırakıyorum!..
Ama, “PKK ile irtibat” halinde olan şoförlerin “kimliğini” araştırmayı da ihmal etmiş her nedense!..
“Olay yerine ilk giden subay”ın da, bir “ETÖ sanığı” olan Fikri Karadağ olması ve onun halen “tutuklu” bulunması size de ilginç gelmiyor mu?..
Necati Özgen Paşa’nın “Varlığı inkâr edilen” JİTEM konusunda da, “JİTEM vardır, onlar da subay” demesi, önemli bir aşamadır!..
Öyle umuyorum ki; olayların üzerine “şal” örtülmeyip, konuşulmaya devam edilirse, çok şey açığa çıkacaktır!..
“Bingöl” de açığa çıkacaktır, “Hükümetleri devirme” plânları da!..