İdarecilerin Sevap ve Cezası
İmam Gazali’ye göre ibadetlerin en makbulu, adalet ve ihlas ile ifa edilen hilafet ve emirlik görevidir."(Fahrettin Korkmaz, Gazali'de Devlet, s.56)
Allâme Tartüşi şöyle der: "Adaletle hükmeden Müslüman bir yöneticinin bu makamı üzerinde Allah tarafından gönderilen peygamberler ve O’na çok yakın (mukarreb) meleklerden başka hiç kimse yoktur."( Said Havva, İslam’da Yönetim Ve Yönetici, s.14)
Ebu Mansur da şöyle söyler: "İnsanoğlunun ulaşabileceği en şerefli makam, peygamberliktir. Peygamberlikten sonra ise hilafettir."(Aynı yerde)
Alim İzzüddin şöyle der: "Yöneticiliğin, taatlar içinde Allah'a itaatın en faziletlisi olduğu hususunda Müslümanlar ittifak etmişlerdir. (İslam toplumunda İslam devletinin) adil yöneticileri de başkalarına nazaran sevapları en çok, Allah katındaki makamları en yüce olan kimselerdir. Zira Allah'ın koyduğu emir ve yasaklar, onlar vasıtasıyla uygulanır ve her türlü batıl onların eliyle yeryüzünden uzaklaştırılmağa çalışır. Zira yönetici tek bir söz söylemekte kendi hakimiyeti altındaki topraklarda binlerce zulmü uzaklaştırır. O küçücük bir söz söyler fakat büyük bir ecir kazanır. Hesap gününde adil bir yöneticinin mizanına kendi hakimiyeti altında yaşayan bütün insanların amellerinin bir benzeri konması, onun için yeterlidir. Zira İslam'ın koyduğu önemli bir kaide vardır ki o da; “bir hayra sebep olan, onu yapanın sevabını da elde eder."(Aynı yerde)
Bu kaideyi aldığımız hadislerden bir tanesini daha yazalım; "Doğru yola davet eden kimse için bu konuda sevap kazanan kimsenin ecri kadar ecri vardır. Ve onun ecir kazanması da diğerinin ecrini asla azaltmaz. Sapıklığa ve dalalete davet eden kimse için de, o yola girip günah kazanan kimselerin günahı kadar ona günah yazılır. Bu da onların kazandırdıkları günahlardan bir şey eksiltmez."(İbni Mace (207), İbrahim Canan, a.g.e.19/539 (6043))
Elbette bu hadis-i şerife göre vazife hakkıyla yerine getirilmez de ülkede fıskın, fücûrun, günahın, haramın, zulmün yayılmasına sebep olunursa, onun da günahı kat kat artacaktır. O da ayrı bir mesele.
Ancak biz konumuza dönersek, madem ki yönetimsiz insan topluluğu, özellikle de İslam topluluğu olamaz; madem ki yönetimsiz İslam’ın öğretilmesi, namaz, oruç, zekat, hac, cihad vs. ibadetlerin yapılması, insanlar arası ilişkilerin Allah'ın kanunları doğrultusunda düzenlenmesi, genel ahlakın, sosyal barışın, iktisadî dengenin ve adaletin sağlanması mümkün değildir. Madem ki yönetimsiz kalındığında hevaya ittiba ile, fitne, fesat, zulüm ve düşmanlıklar sebebiyle bölünüp parçalanmanın, her türlü ahlaksızlığın revaç bulup yayılmasıyla yıkılıp yok olmanın önüne geçmek mümkün değildir; öyleyse elbette güzel bir yönetimle her türlü iyilikleri yerleştiren, kötülükleri ortadan kaldıran, sonuçta melekleri imrendirecek bir İslam toplumunun inşasına en büyük amil olan idareciler, "sorumluluk oranında sevabın da artması" kuralına göre, bütün bu yaptıklarından ötürü çok büyük sevaplar kazanacaklar, takdir ve tebcile, sevgi ve saygıya, yardım ve desteğe hak ederek mazhar olacaklardır.
Belki de laik bir devlette yönetici olanlar, yukarıda sayılan güzel vazifeleri hakkıyla yapamayacaklardır. Dolayısıyla bir İslam Devletindeki yöneticilerin seviyesinde sevaba eremeyeceklerdir. Ama kimbilir, ameller niyetlere göre olduğuna göre, Allah kalblerdekini bildiğine göre, iyi niyetle elinden geldiği kadarıyla, şartların verdiği imkan nisbetinde insanlığa hizmet etmek isteyen mevcut yönetimlere de sevap verebilir.
Bizim kitabımız, “kim zerre ağırlığınca iyilik veya kötülük yapsa, karşılığını görür” buyuruyor.
Öyleyse elinde imkan olanlar, zor da olsa, o imkanı insanlar yararına kullanmalı, böylece yüce yaratıcının sevgisini kazanmaya çalışmalıdırlar.
Önemli olan o. Nankörler kıymet bilmese de…