Haftanın kavramları
13/5/2001 tarihinde Mustafa Ünal, Zaman’da ‘MHP ilk düğmeyi yanlış ilikledi’ başlıklı bir yazı kaleme almış. Son yazılarından birisinde de bu deyimi kapatılan DTP’nin yerine yeni kurulan BDP’ye girecek olan milletvekilleri ve özellikle Ahmet Türk’ün İmralı’dan talimat alma algısı meydana getiren açıklamaları üzerine kullanmış. Gerçekten de ilk düğme, ilk algı, ilk gözağrısı, ilk temas önemlidir. Zannederim bununla alakalı olarak Bostan ve Gülistan’da güzel hikayeler olmalıdır. Ünal, MHP ile alakalı olarak yıllar önce yazdığı yazının bir kesitinde şu ifadeleri kullanıyor: “Yer Kastamonu. MHP lideri seçim propagandası için bu şehirde. Büyük bir miting yapıyor. Kürsüye çıkarken yanına yaşlı biri yaklaştı. Saçı, sakalı tamamen ağarmış gün görmüş bu partili, Bahçeli’nin kolundan sertçe tuttu ve yumuşak sesiyle ‘Bak Devlet oğul’ dedi ve ekledi: Gömleğin ilk düğmesini hep doğru ilikle. Yanlış iliklersen baştan aşağı bütün düğmeler yanlış iliklenir. İlk düğmeyi doğru yuvaya iliştirirsen sonraki düğmeler doğru olur...” Geçen hafta bu düğme benzetmesini kullanan bir başka kişi daha vardı. O da AKP Ankara Milletvekili Zekai Özcan’dı ve açılımda ilk düğmenin yanlış yerden iliklendiğini söylüyordu. Hasan Celal Güzel gibiler ise yanlış düğme ilikleme ifadesi yerine usulde ve taktikte bazı hatalar yapılmış olabileceğini söylüyorlardı. Esasta ise yanlış yapılmadığını savunuyorlardı. Esasen düğme ilikleme ile usul meselesi gerçekten de birbirinin yerine geçebilecek ve kullanılabilecek ifadeler. Yanlış iliklenen düğmeler de süreçleri sekteye uğratabiliyor.
-
Haftaya damgasını vuran kavramlardan birisi de Mea Culpa kavramıdır. Latince mea benim, culpa ise günah anlamına gelmektedir. Bu durumda anlamı benim hatam yani benim günahım, benim suçum demektir. Dolayısıyla bir günahkarın Allah’a günahlarını itiraf etmesi anlamına gelir. Hıristiyanlıkta günah çıkarma işlemi de hataların Allah’a veya ona bunu bildirmekle görevli pedere anlatılması ve kabullenilmesiyle gerçekleştiğinden, bu sözün, hatalarımı kabulleniyorum, beni onlardan arındır, affet anlamına geldiği görülebilir. Dolayısıyla bu söz ortaçağdan günümüze kadar gelmiş bir af cümlesidir. Mea culpa diyen kişi hatasını kabullenerek af bekliyordur. Hatta zaman içinde bu söz özür dilemekle hemen hemen aynı anlamı kazanmıştır. Star gazetesinde açılım meselesini ve aldığı mecrayı anlatırken yaşlı Kürt politikacı Canip Yıldırım, devletin hataları bağlamında bu kavrama atıfta bulunuyor. Süreçte ve şiddet kullanmakta PKK’nın sorgulanması üzerine Canip Yıldırım bu kavrama başvuruyor. Bizde ‘hırsızın hiç mi kabahatı yok?’ diye bir deyim vardır. Bu deyim, hep ev sahibinin tedbirsizliğini nazara veren yaklaşım ve anlayışlara karşı bir isyanın ifadesidir. İşte Mea Culpa kavramıyla birlikte Canip Yıldırım ev sahibinin de tedbirsizliğine ve yanlış tedbirlerine parmak basıyor. Evet hırsız baş oğlandır, ev sahibi ise tedbirsizlikle davetiye çıkartan, hırsızı ayartan faktördür. Bu bağlamda, PKK’nın çıkışını Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan yanlışlara ve Savcı Esat Oktay Yıldıran ve benzeri görevlilerin maksadı aşan uygulamalarına bağlıyor. Esat Oktay Yıldıran bir yönüyle de bize Abdullah Öcalan gibilerini tezgahından geçiren Baki Tuğ gibi eski savcıları hatırlatıyor.
-
Haftanın üçüncü kavramı ise Fener Rum Patriği Bartholomeos’un CBS televizyonuna verdiği röportajda kullanmış olduğu kavram: ‘Me stavronis’ (Beni çarmıha gerdin) ifadesiydi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un “Kendimi Türkiye’de, yaklaşık 2 bin yıllık Patrikhane’nin yok olmasını bekleyen bir hükümetin altında yaşarken, çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum” sözleri için “Bir dil sürçmesi olduğunu umuyorum” demiştir. Esasında stavronis fiili Yunanca’da istavrozdan geliyor ve istavroz da haç demektir. Burada Fener Rum Patriği Bartholomeos, Mesih’in çarmıha gerildiği gibi kendisinin ve temsil ettiği Patrikhanenin bir nevi Türkler eliyle çarmıha gerildiğini ileri sürüyor. Böylece, süreç kazaları ve gerilimlerin üzerine bir de çarmıh gerilimi eklenmiş bulunuyor. Gerçekten de Patrik’in konuşması normal sayılabilir mi? Bize ekümenikliğini dayatmak istiyor ve geride Patrikhanenin iki bin yıllık kazanımlarının yattığını ima ediyor. Ya da meşruiyetlerini bir şekilde iki bin yıllık bir kurum olmalarından aldığını söylüyor. Evet, Kudüs ve İskenderiye ve Antakya gibi yerlerde de benzeri patrikhaneler var. Bunlar da tarihten devreden patrikhaneler. Bununla birlikte, Mısır’da Kıpti Ortodoks kilisesi ile devlet ve Müslüman halk ve aydınlar arasında büyük bir gerilim yaşanıyor. Türkiye’de de Patrikhane’nin taleplerini elde etmesi ve ekümenik hale gelmesi halinde siz hesap edin çıkacak gümbürtüyü. Zira Patrikhane, nam ve güç peşinde koşuyor ve bu da gerginlik ve nüfuz çatışmasını beraberinde getirir. Patriğin unutmaması gereken husus şudur: Bugün İstanbul’da yaşıyorsa bunu Bizans geçmişine değil, Fatih Sultan Mehmet ve kendilerine tanıdığı yeni statüye borçludur. Dolayısıyla meşruiyetlerini Bizans’tan değil, Anadolu’nun yeni sahiplerinden ve Fatih ve Lozan rejimlerinden almaktadırlar. Bunu delmeye çalışarak bu suretle yeni kavgalar üretmenin kimseye yararı yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.