İman ve Çağdaşlaşma
Batılılaşma bizim için nerden bakarsanız bakınız, katmerli felakettir.
Biz Müslümanların maalesef kendi kimliğimizden, imanî izzetimiz ve özlü medeniyetimizden ayrılarak, aşağılık bir taklit ile, “çağdaş uygarlık düzeyi” diye “küfür medeniyetinin” bütün sorunlarını, açmazlarını, az bir teknik karşılığında almamız, yaşadığımız en büyük felaketimiz olmuştur.
Bu kör taklit konusunda Allah’ın onca ikazına rağmen, yine de düştük maalesef. Bizi biz yapan değerlerden bu kaçışımız, affedilemez bir hatadır.
Bizi “yardan uçuran bir tutam ot”, onların maddi üstünlükleri olmuştur. Aldandık maalesef.
“İhanete uğradık” desek de olur. Çünkü güvendiğimiz dağlara kar yağmıştı.
İkisi de bizim gibi büyük medeniyetler kurmuş bir millet için ardır, ayıptır. Bu utancı yaşadık, hala da yaşıyoruz maalesef.
Her neyse. Olan oldu. Artık sızlanma yerine, çarelere bakalım.
“Olanda hayır var” denilir.
“Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki gayreyler” denilmiştir.
Bunda ne gibi hayırlar vardır veya ne gibi hayırları doğuracaktır henüz bilemiyoruz. Bildiğimiz şu; bir kere yıkıldık, ama ne yıkıldık!..
Neden?
İçimizde bir bozgun yaşadık çünkü.
Kendimizi değiştirdiğimiz için, Allah da bizi değiştirdi. Onun değişmeyen adetidir bu.
Ancak bu yıkılışımız, uzun tarihî süreç içerisinde radyasyon gibi üstümüze çöken bid’ad, hurafe ve yanlış yapılanmalar gibi tortulardan kurtulup yeniden yaman bir kalkış için belki de gerekliydi, bilemiyoruz.
Kitap ve sünnetten uzak düşen, Peygamberimiz ve Hulefa-i Raşidin’in tatbik ettiği şûra’ya dayalı bir idari sistemden ayrılıp, krallığa dönüşen, tecdit ve ihya düşüncelerinden uzak, mevcut her türlü statükoyu sorgulamadan muhafazaya çalışan, taklitle savunamadığı zamane balyozlarıyla sarsılmış, çatlamış, oynamış bir binayı, belki yamama ve sıvama yerine, yıkıp yeniden yapmak gerekiyordu.
Belki kalkışımız asr-ı saadetteki gibi bir dinamizmi yeniden yaşamak, bütün dünyaya arz edilecek İslam’ın aziz yükü altında ezilmeyecek yakin bir imanı ve cihat şuurunu elde etmek içindir, bilemiyoruz.
Ancak, kesin bildiğimiz şu ki, dünya ve ahiret saadeti ancak ve ancak imana ve onun gerekliliklerine bağlıdır.
İslam’ın, onun iman, ibadet, hukuk ve ahlakının değeri, bireysel ve toplumsal fayda ve kıymetleri konusunda sayısız eserlerimiz vardır.
Eskilerin yazdığı “hikmet-i teşrî”lerin yanında, çağımızda da değişik coğrafyadan bir çok alim ve düşünürümüz bu konuda kalem oynatmışlardır. Çünkü materyalizm ve pozitivizm gibi bir çok batılı düşünce imana saldırmakta, topyekun dinleri reddetmekte idi ve malesef umulmadık bir şekilde yayılmakta idi.
Laiklik, sekülerizm, sosyalizm, komüniz, kapitalizm, liberalizm… çağdaş putlar olarak dikiliyorlardı. Bunlar adına insanları kurban etmeye hazır hastalar da vardı.
Maalesef korkulan da oluyordu dünyanın şarkında, garbında.
İslam’ın bunlara bir diyeceği olmalıydı elbette.
Müslümanlar o sözü söylediler de.
Ama nasıl söylediler, onu öbür yazıya bırakalım isterseniz.
www.cemalnar.com