Ankara’da birkaç saat... Ya da, öğrenilmiş çaresizlik!
Önceki akşam Ankara’daydım... “Günübirliğine” gittim, geldim... Başbakanlık Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın, Keçiören Estergon Kalesi’nde düzenlenen “nikâh töreni”ne katıldım... Çok güzel bir tören oldu... Her şeyden önce Yalçın Akdoğan ve eşi Aslıhan hanımefendiye ömür boyu mutluluklar diliyorum... Düğün için, gerçekten de “güzel bir mekân” seçmişler... Çünkü, Estergon Kalesi, gerçekten de Keçiören’in ortasında yükselen “gerçek bir kale” gibi... Çevresinde akan “şelale”ler görmeye, çıkardığı rahatlatıcı ses ise dinlemeye değer...
Allah nasip ederse, bu mekânı yaz geldiğinde de görmek isterim... Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
Dediğim gibi, hem mekân güzeldi, hem de içindeki insanlar... Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, neredeyse “Bakanlar Kurulu”nun tamamı oradaydı... Hakeza, “milletvekilleri” ve “STK temsilcileri”nin büyük bir kısmı da düğündeydi... Kimileriyle görüştük, ayaküstü sohbetler yapıp, hâl-hatır sorduk...
“YÜZ”LERDE “HABER” ARADIK!
Malûm, “gazeteci”, her nerede olursa olsun, gözü “haber”dedir... “Gen”lerimize işlemiş; nereye baksak, kiminle konuşsak, “haber” olacak malzeme arıyoruz.
O kadar “siyasi”yi, “bürokrat” ve “STK temsilcisi”ni bir arada görünce, ister istemez “haber çıkartmaya” çalışıyoruz...
“Yüz”lerine bakıyoruz, “mimik”lerine dikkat kesiliyoruz, kısacası bir “anlam” çıkartmaya çalışıyoruz...
Öyle ya; “kritik bir süreç”ten geçiyoruz...
Bir yanda “kozmik odalarda arama” yapılıyor, bir yanda “faili meçhul cinayet”ler ifşa ediliyor, bir yanda “medyada sürpriz”ler yaşanıyor...
Malûm; önce Ertuğrul Özkök ayrıldı Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği’nden, sonra da patronu Aydın Doğan... Özkök’ün yerine Enis Berberoğlu geliyor, Aydın Doğan da, yerini, sanıyorum kızı Aslıhan Doğan’a bırakacak..
Bazı meslektaşlarımız, bu görev değişimlerini “Hürriyet’te açılım” olarak yorumlasa da, ben farklı düşünüyorum... Çünkü, Ertuğrul Özkök’ün, uzun süredir “görevi bırakmayı” düşündüğünü biliyorum...
Bütün bu gelişmeler yaşanırken; arkadaşlarla bir yandan “gazetecilik dedikoduları” yapıyoruz, bir yandan da “yüz”lerden anlam çıkartmaya çalışıyoruz...
Ama itiraf edeyim; AK Partili bakanlar da, milletvekilleri de, pek “renk” vermiyorlar... Sizin anlayacağınız; “ser” verip, “sır” vermeyen tavır içindeler... Dolayısıyla, bu “merasim”den bize “ekmek” yok... “Ekmek yok” dediysem, “malzeme” anlamında ekmek yok!.. Yoksa, ikram edilen “yemek” gayet güzeldi... İnşaallah, “yaz” geldiğinde, orada yine yemek yemeyi düşünüyorum...
Bu da, düğüne birlikte gittiğimiz Haber Koordinatörümüz Yener Dönmez’e buradan gönderdiğim “ıslak imzalı bir mesaj” olsun!. Herhalde gereğini yapacaktır!..
TAMAM, KURUMLAR YIPRATILMASIN DA!
Yazının başında da ifade ettiğim gibi; gittim ve aynı gece döndüm... Gerek Yener Dönmez, gerek diğer gazeteci arkadaşlar “kal” diye ısrar ettilerse de, kalmadım...
Eğer kalsaydım; herhalde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, devam eden “gelişme”lerle ilgili dünkü sözlerini, kendi ağızlarından dinleme fırsatı bulurdum...
Ama, olsun... Açıklamalarını “ajans”lardan okudum... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül diyordu ki;
“‘Devletin yatak odasına girildi’, ‘Kozmik sırlar var’ şeklinde değerlendirmeler yapılıyor. Ortada mevcut bir durum var, kanunlar var. Hukuk uygulanıyor.
Hukukumuza herkes riayet edecek...
Hukuk uygulanıyor. Sanki kanunun uygulanmasından rahatsızlık duyuluyor gibi oluyor. Bizim hukuk sistemimiz, gelişmiş ülkeler seviyesine getiriliyor.
Buna kendimizi adapte etmemiz lazım.
Her kurumun içinde yanlış yapanlar çıkar. Kurumları haksız yere yıpratmayın. TSK, Emniyet ve istihbaratı haksız yere yıpratmayın. Bunlar yanlış şeyler.”
Bu “görüş”lere “kısmen” katıldığımı söylemek durumundayım... Çok doğru, “kurum”lar, elbette yıpratılmasın!.. Ama, kurumlar da, “kendilerini yıpratacak” söylem ve eylemlerden vazgeçmeli değil mi?..
Hiç olmazsa, artık “hata”larını kabul etmeliler!..
Demeliler ki; “Geçmişte bazı hatalar yapılmış olabilir... Ama bundan sonra, bu hatalara imkân ve fırsat verilmeyecek, enerjimizi milletin beraberliği ve ülkenin kalkınması için harcayacağız!”
Bunu söylemek çok mu zor?..
Bunu söylemek bir “geri adım” değil ki?..
Bunu söylemek bir “acziyet göstergesi” değil ki!..
Tam aksine, “güçlülük” ve “kararlılık” ifadesidir...
HÜSEYİN ÇELİK’TEN İLGİNÇ SÖZLER!
“Gül’ün sözleri”ni burada bırakıp, Hüseyin Çelik’in söylediklerine dikkat kesiliyorum...
Hüseyin Çelik, benim “önem” verdiğim, “tahlil” ve “tasvir”lerini dikkatle izlediğim bir “siyasetçi”dir!..
Öteden beri, “ilginç örnekler” verir.
Dünkü AK Parti Merkez Yürütme Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada da, “AK Parti Hükümeti’nin tavrı” konusunda, yine “ilginç bir örnek” vermiş...
Meselâ, “Psikoloji”de, “öğrenilmiş çaresizlik” kavramının bulunduğunu hatırlatıp, “Birçok siyasi kadro gibi hükümetimiz asla öğrenilmiş çaresizlik içerisinde olmadı” diye konuşmuş...
Öğrenilmiş çaresizliğe örnek olarak da bir kutunun içerisine konmuş çekirgenin davranışlarını göstermiş ve demiş ki;
“Totaliter yapılarda asla tartışma olmaz; birileri emir ve talimat verir, diğerleri de bunu kabul ederler...
Ama Türkiye'de bazı konularda tartışmalar varsa, bu hür bir medyanın, hür bir siyasetin olduğunu gösterir ve bu tartışmaları bir gerginlik ve gerilim olarak değerlendirmek kesinlikle doğru değildir.
Zaman zaman bunlara gerilim ve gerginlik ifadesi yakıştırılınca, tartışmalar bu kelimelerle tanımlanınca, halkımızın yaşama sevincini kırabiliyoruz, karamsarlığa, ümitsizliğe sevkedebiliyoruz. Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olması için, demokrasisinin standartları yüksek bir ülke olması için, çoğulcu bir anlayışın benimsendiği ve şeffaflığın hakim olduğu bir ülke olması için, bizim kendi meselelerimizi medeni insanlar ölçeğinde tartışmamız gerekiyor.”
Hüseyin Çelik, AK Parti üst düzey yöneticileri ve camiasının bugüne kadar asla karamsar olmadığını, bugünden sonra da olmayacağını belirterek şöyle devam etmiş sözlerine;
“Kötümserler sadece tünelin içindeki karanlığı görür... Romantik iyimserler sadece tünelin ucundaki ışığı görür. Ama realist iyimserler, yani gerçekçi iyimserler hem tünelin karanlığının farkındadır, hem tünelin ucundaki ışığı görür, hem de gelmesi muhtemel olan treni hesaba katar.
AK Parti, hiçbir zaman romantik bir iyimserlik içerisinde olmadı, olmayacak. Türkiye'nin geleceği ile ilgili olarak iyimseriz.”
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK NASIL BİR ŞEY?
Nasıl, “ilginç örnekler” değil mi?..
Gerek “kötümser”lerle, gerek “iyimser”lerle ilgili, ilginç bir tasvir yapmış Hüseyin Çelik...
Psikolojideki “öğrenilmiş çaresizlik” meselesini de “kutu”daki veya “kavanoz”daki çekirge ile anlatmış ki, dikkatimi çekti.
“Öğrenilmiş çaresizlik” kavramı çok önemli...
Malûm, bu hal, bir nevi “kabullenme” halidir.
Yani; elinizden bir şey gelmeyeceğini bilme, kabullenme ve kendinizi pasivize etme durumudur.
Kontrol edemediği çevre ve olaylarla durmaksızın muhatap olan insanlar, içlerinde bulundukları durumu değiştireceklerine olan inançlarını yitirir ve özgüvenlerini kaybetmeye başlarlar.
Özgüven kaybı da, zamanla diğer insanlara olan güvenin yitirilmesi, isteseler değiştirebilecekleri çevre ve olaylar karşısında da pasif ve umutsuz bir hale bürünülmesi, zamanla içe kapanıklık, sosyallikten soyutlanma, kendi kendine yetememe, depresyon gibi farklı boyutlara gidecek bir silsile haline de dönüşebilir.
Hüseyin Çelik, buna örnek olarak “çekirge” örneğini vermiş... Ama ben; “çekirge”yi değil de “köpekbalığı”nı biliyorum.
Araştırmacılar, bir köpekbalığını, oda büyüklüğündeki bir cam bölmeye koymuşlar. Cam bölmenin diğer tarafında da balıklar var.
Köpekbalığı ne tarafa gitse, cam bölmeye çarpmış.
Bir süre sonra cam bölmeye çarpmamayı öğrenmiş. Çünkü ne kadar uğraştıysa da diğer taraftaki balıklara ulaşamamış.
Köpekbalığı, 21. günden sonra cam bölmelere hiç çarpmamayı öğrenmiş.
Bunun üzerine cam bölmeyi çıkarmışlar...
Köpekbalığı, oralı bile olmamış.
Çünkü kendisinin, sadece o bölme alanına kadar yüzebileceğini sanıyormuş. Artık diğer balıkları yiyemeyeceğini kabullenmiş ve balıklara dokunamamış.
Çünkü köpekbalığı çaresizliği öğrenmiş.
“Öğretilmiş çaresizlik” dedikleri, işte böyle bir şey...
Yani, “ne yapsam, başaramayacağım!” durumu!..
“Vazgeçme” ve “kabullenme” hâli!..
“Öğrenilmiş çaresizlik” durumu, aslında “çaresizlik”ten çok daha tehlikeli bir durumdur!..
Çünkü insanlar, zaman zaman “çaresiz” kalabilir ve bunu aşmaya çalışabilirler!.. Ama, “çaresizliği kabul etmiş” olurlarsa, “yaşayan bir ölü” haline gelirler...
Artık, yapabilecekleri tek şey;
“Kendi zavallılığı”na gözyaşı dökmek, “diz dövmek” ve her şeye son verip “yalnızlığa” gömülmektir!..
HEDEF, KARANLIKTAN ÇIKMAK!
Hüseyin Çelik’in sözleri, bu açıdan çok önemli ve de çok anlamlı geldi bana!..
“Biz” diyor;
“Birçok siyasi kadronun aksine, asla öğrenilmiş çaresizlik içinde olmadık!”
Bu demektir ki;
Bütün “engelleme”lere, bütün “tuzak”lara ve bütün “duvar”lara rağmen, “değiştirmeye” ve “hedefe ulaşmaya” çalışıyorlar!..
Hedef ne?..
Elbette “demokrasi”, elbette “özgürlük”ler ve elbette “milli birlik ve beraberliği” tesis etmek!..
Kısaca ifade edecek olursak;
Yalçın Akdoğan’ın düğün merasiminde “yüz”lere bakıp, çıkarmaya çalıştığım anlamı, Hüseyin Çelik’in “söz”lerinde buldum...
Demek oluyor ki;
“Tünel”in farkındalar!..
Ve yine farkındalar ki;
Bu “tünel”den çıkmak şart!..
İnşaallah, hep birlikte çıkarız bu “karanlık”tan!..
Hem de, kurumları ve kişileri yıpratmadan!..
El birliği ile, gönül birliği ile!..
Kim ister “tünel”de yaşamayı!..
Kim ister karanlığı!..
İnşaallah, “aydınlık” yakındır!..
Yok deyip geçemeyiz!
Malûm, insanlar öldükten sonra, “boy abdesti” aldırılır... Herhangi bir “akıntı”ya karşı da, ağzına, burnuna ve makatına “pamuk” konulur... İşte, bunu bilmeyen vatandaşlardan biri, cesedi görünce hayret etmiş... Demiş ki;
“Ağzı pamuk tıkalı, burnu pamuk tıkalı, .... pamuk tıkalı, nerden çıktı bunun canı?!?”
Yapılan “resmî açıklama”larda deniliyor ki;
“JİTEM yok, Kontrgerilla yok, suikast girişimi yok, darbe teşebbüsü yok!”
Keşke olmasa... Ama, “var” birader!..
Çünkü, bütün bunlar yoksa; Kahramanmaraş veya Çorum’da “katliam” yapan kim?.. Sivas ve Başbağlar’daki “ölüm”ler niye?.. “Faili meçhul cinayet”leri kimler işledi?.. “Ölüm tarlaları” kimin eseri?..
“Pamuk” tıkamakla nasıl “can” çıkmasını engellemek mümkün değilse, “yok” demekle de “var”ların varlığını inkâr edemeyiz...
Çünkü, “yok” dedikçe, yeni “var”lar çıkıyor ortaya!..