Org. Başbuğ, evlâdına söz geçiremeyen baba gibi!
Zeynep Özal’ın, içip içip dağıttığı “rezalet” görüntüleri medyaya yansıdığında, yoğun eleştirilere maruz kalan merhum Turgut Özal’ın söylediği bir söz vardı... Merhum Özal; “Kızına söz geçiremeyen tek baba ben değilim” diyerek, bir anlamda “acziyet”ini dile getirmişti... Gerçekten de, bu gibi durumlarda, en büyük zorluğu çeken “baba”lardır... Kızı veya oğlunun adı “skandal”a karışan “baba” ne yapsın?.. Bir tarafta kendi itibarı, bir yanda evlâtlarının rezaletleri... “Eşya” değil ki atsın, “mal” değil ki satsın!.. Atsan atılmaz, satsan satılmaz... Merhum Özal’ın, o günlerde neler çektiğini, acılar içinde nasıl kıvrandığını, daha sonraki yıllarda “yakınında bulunanlar” anlatmıştı... Meselâ, Hasan Celâl Güzel’in anlattıkları... “Bodrum’daki rezil görüntü”lerin ardından, Zeynep Özal’ın “Davulcu Asım” ile evlendirileceği günler... Hasan Celal Güzel, o günlerde Özal’ın en yakınındaki insanlardan biriydi. Etrafındaki insanlar, Hasan Celal Güzel’e, “Git bunu Turgut Bey’e anlat!.. Davulcuya hiç kız verilir mi?..” demişler.
O da anlatmış...
Hem de, “Başbakan’ın makam arabası”nda!..
Güzel, önce şoförle arasındaki camı kapatmış... Sonra da, o günlerde herkesin konuştuğu şeyi ülkenin başbakanına söylemiş.
Turgut Bey önce, “Ama fena çocuk değil... Konservatuvar mezunu” falan demeye getirmiş. Ama sonunda ağlamaya başlamış...
Hatta biraz önce Zeynep’le münakaşa ettiğini, saçının elinde kaldığını söylemiş!..
Böylesine zor günler...
Malûm, bir baba, “çoban”dır!.. Çoban, nasıl ki “sürü”sünden sorumludur, baba da “evlât”larından sorumludur... Ama dedik ya; “evlâdına hakim olamıyor”sa, baba ne yapsın?.. İster istemez başını öne eğecek, boynunu bükecek... Hele de; “nasihat, emir ve talimat”lara yani bütün “tedbir”lere rağmen “rezalet”lerin önüne geçemiyorsa!.. İşte o zaman, “teslim” olmaktan başka çare kalmıyor;
“Kızına söz geçiremeyen tek baba ben değilim ki!”
ORG. BAŞBUĞ’UN EN ZOR GÜNLERİ!
Öyle sanıyorum ki; özellikle şu son günlerde Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ da, “zor günler” yaşamakta, “acı” içinde kıvranmaktadır!..
Yine öyle sanıyorum ki; “kan kusmakta” ama “kızılcık şerbeti” içtiğini söylemektedir...
Malûm, bugüne kadar, hemen her “asker kaynaklı hata”ya bir “gerekçe” bulmuş ve bir anlamda “evlât”larını savunmuştu.
Bir teğmen, gencecik bir çocuğun eline pimi çekilmiş bir el bombası tutuşturuyor ve güya askere disiplin cezası veriyor. O bomba patlıyor ve 4 askerimiz şehit oluyor.
Ya, Aktütün Karakolu’na yapılan saldırıda gizlenen bilgiler?
Ya Dağlıca Karakolu’na yapılan saldırıda yapılan korkunç ihmal?
Ya Reşadiye saldırısında 7 yavrumuzun şehadeti ve katillerin adeta yer yarılıp yerin dibine girmişçesine gözden kaybolması?
Ergenekon Dâvâsı da öyle.
Ortada somut delilleri olan büyük bir örgütle karşı karşıyayız. Binlerce sayfalık iddianame, alınan ifadeler, yakalanan silahlar, bombalar, krokiler, suikast planları vs. ortada derin bir çete olduğunu gözler önüne seriyor.
Ergenekon Dâvâsı’nı yürüten hakim ve savcıları sindirmek için alavere dalavere çevirenler, Ergenekon örgütü ile ilgili haber yapan ve yazı yazan gazetecilere de tuzak kuruyor.
Bütün bunlar olup biterken, Genelkurmay Başkanı’na “yanlış üzerine yanlış” yaptırılıyor!..
Meselâ, toprak altından çıkan “Law” silahı eline tutuşturulup, “bunlar boru” dedirtiliyor!..
Üst düzey rütbeli subaylar, adeta bir “dekor” gibi arkasına dizdirilip, güya “gözdağı” verdiriliyor!..
Ortaya çıkan “darbe plânları” için, “Bunlar kâğıt parçası” dedirtiliyor!..
Meselâ, “iç kamuoyuna mesaj” mı verdirilecek, bunun için “Trabzon’da bir savaş gemisi” tercih ediliyor!..
Hasılı kelâm;
“Korkunç hatalar” yaptırılıyor Başbuğ’a!..
Biliyorsunuz; “Arınç’a suikast iddiası”yla ilgili olarak “suçüstü” yakalanan iki subay olayını da, “TSK’ya asimetrik psikolojik harekât yürütüldüğü” gerekçesiyle izah etmek zorunda kalmıştı...
KOZMİK ODADAKİ BİLGİSAYARLAR!
Amacı, elbette “evlât”larını korumaktı.
Ne var ki;
Evlâtlar hiç de “rahat” durmuyordu!.. Adları, hemen her gün bir “skandal”a karışıyor, TSK bünyesinde “derin yara”lar açıyorlardı...
Peki, bu durumda, Başbuğ ne yapsın?..
“Mızrak çuvala sığmaz” olunca, mecbur kaldı “kozmik oda”ları açmaya!..
Ama, o da ne?..
“Arınç’a suikast iddiası” üzerine gözaltına alınan “albay” ve “binbaşı” ile ilgili soruşturma ve aramalar devam ederken, yeni “skandal”lar çıkmış ortaya...
Meğer, ofislerde bulunan “16 bilgisayar”dan 6 tanesi, arama başlamadan önce, fişleri çekilerek kaçırılmış!..
Savcı Mustafa Bilgili, bir de ne görsün; ortada “bilgisayar kabloları”ndan başka bir şey yok!..
“Kablo” var ama “bilgisayar” yok!..
Savcı Bey sormuş;
“Bilgisayarlar nerede?”
Kem, küm!..
Savcı Bey, ister istemez “mevcut bilgisayarlardan 10’unu” alıp, “incelemeleri” için Ankara Emniyet Müdürlüğü laboratuvarına göndermiş!..
Emniyet, “hafızaları silinen” bilgisayarlardaki “bilgi”leri kurtarmaya çalışırken, bir “skandal” daha yaşanmış!..
Meğer, Albay’ın bilgisayarına ait harddiskler “yakılmış” iyi mi?..
Tabiî, “tutanak” tutulmuş;
“Harddiskler yakılmış!”
HAKİME KOZMİK TAKİP!
Derken, bir “şok” daha...
“2009’un son günü”nde, televizyonlar, dün sabah “son dakika” haberlerini şöyle verdiler:
“Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki kozmik odada 6 gündür arama gerçekleştiren hakim Kadir Kayan’ın takip edildiği ihbarı üzerine polis, plakası belirlenen iki aracı takibe aldı.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele ekipleri, Uğur Mumcu Caddesi ile Mamak Caddesi’ndeki iki aracı durdurdu. Araçlarda dinleme cihazları bulunduğu bildirildi... Uğur Mumcu Caddesi’nde sivil plakalı askerî aracın durdurulmasının ardından olay yerine Merkez Komutanlığı ekipleri çağrıldı. Merkez Komutanlığı’ndan çok sayıda asker olay yerine geldi.
Araçta bulunanların kimlik tespitinin yapılmasının ardından araç incelenmek üzere Merkez Komutanlığı’na gönderildi.”
EVLATLARA SÖZ GEÇİREMEYİNCE!
Söyleyin şimdi;
Org. İlker Başbuğ ne yapsın?..
Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor!.. Mızrak da, bir türlü çuvala sığmıyor!..
Ne desin şimdi?..
“Law” dese, “lâf” geliyor!..
“Boru” dese, “soru” geliyor!..
Ne desin?..
Gerçekten zor bir durum!..
Aşağı tükürse sakal,
Yukarı tükürse bıyık!..
“Evlât” bu!..
Atsan atılmaz, satsan satılmaz!..
Öyle sanıyorum ki;
Org. İlker Başbuğ da, şu günlerde, “rahmetli Özal gibi” düşünüyordur:
“Evlâdına söz geçiremeyen tek baba ben değilim ki!”
Rahmetli Özal, hiç olmazsa bu “itirafı” yapmış ve eleştirilerden bir nebze kurtulmuştu!..
Org. İlker Başbuğ’un durumu, çok daha zor!..
Çünkü o, “itiraf” da edemiyor!..
================
Gülme komşuna, gelir başına!
Hani, “gülme komşuna, gelir başına” derler ya, sanıyorum Aydın Doğan da, şu anda aynı şeyi düşünüyordur...
Çünkü onun başına da ne geldiyse “Akit’e güldüğünden” geldi...
Hatırlarsınız, “yargısız infaz”lar ve “ekonomik linç”lerle karşı karşıya kaldığı için yayın hayatına son vermek zorunda kalan Akit’ten sonra, Vakit başlamıştı yayın hayatına... “Sahibi” ve “yönetim kadrosu”, hatta “idare binası” bile “değişmesine” rağmen, “hayır” demişlerdi; “Vakit, Akit’in devamıdır... İsim değişikliğinde hile var, muvazaa var!”
Aksini söylemiş ama dinletememiştik...
Karadenizli Temel’in, “ha, şinci n’ooldi?” demesi gibi, Aydın Doğan’a da sormak lâzım: “Ha, şinci n’ooldi?”
Öyle ya; Akit’in yaptığı “muvazaa” ise, senin yaptığın ne?.. Ne yani; senin “patron”luktan ayrılıp, yerini “kızına” bırakman da bir “muvazaa” değil mi?.. Holding’in başında ha “baba” olmuş, ha “kızı”, ne farkeder ki?..
Demek oluyor ki; “komşu”na gülmeyeceksin!..
Çünkü, aynısı senin de başına gelir!..
Hani, sen Vakit’e dâvâ açan 312 General için, Hürriyet’in sürmanşetinden “Generallerin hukuk zaferi” başlığını attırmıştın ya, işte şimdi; keser döndü, sap döndü, sonunda “hesap” döndü ve senin başın da “Maliye’nin hukuk zaferi” ile dertte!..
Sözün özü Aydın Bey;
Bir insan “Ne oldum” dememeli, “Ne olacağım” diye düşünmeli!..