Sırlar dünyası ve tarihin duvarları
Anlı-şanlı devletimizin sırları ne de çokmuş...
Şimdi de başımıza “Kozmik Oda”nın sırları çıktı...
Çift anahtarlı çelik kapılar, çifte şifreli kasalar, demir parmaklıklar...
Her şey çok gizli...
O kadar ki, hâkimler bile bir tek belgeyi mahkemeye sunamıyor.
Meğer ne çok sırrımız varmış!
Yakın tarihimiz bile esrarlı duvarlarla çevrili!..
31 Mart Olayı sır...
Sultan Vahideddin sır...
Birinci İnönü Zaferi’nin gerçekten olup olmadığı sır...
Lozan görüşmeleri sır...
Menemen Olayı sır...
Dersim İsyanı ile Şeyh Said ayaklanması sır...
İzmir suikastının içyüzü sır...
Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Beyin katli meselesi sır...
Topal Osman Ağa’nın akıbeti sır...
Sarıkamış Olayı sır...
Çerkes Edhem Olayı sır...
“JİTEM” sır...
“GLADYO” sır...
“Özel Harp Dairesi” sır...
“Yeşil” kod adlı adam sır...
Çatlı olayı sır...
Tamı tamına sırküpüne döndük!
Döndük de bari bunca sırla bunca yılda “Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine” çıkabildik mi?
Çıkamadık: Sırküpünde debelenip duruyoruz!
Üstelik şeffaf olmayan bu “esrarlı hava” vatandaşın ve devletin işine değil, Ergenekon çetelerinin işine yarıyor...
Mesela, her yerden tasfiye edilen Gladyo, sadece bu ülkede varlığını sürdürebiliyor...
Yine de bir umut var: Cumhuriyet tarihimizde ilk kez hukukun eli esrarlı bölgelere girmiş, araştırma yapabiliyor...
İlk kez Genelkurmay Başkanlığı, bu araştırmanın hukuk çerçevesinde yapıldığını, devam edeceğini söylüyor...
Galiba ülkemin üzerine çöreklenmiş sisler yavaş da olsa dağılmaya başlıyor.
Bu iyiye işarettir.
Darısı yakın tarihimizin de başına!
Çünkü yakın tarih, tam bir mayın tarlasıdır...
Tek kaynaktan ve tek kanaldan beslenir. Tek kaynaktan, tek kanaldan beslendiği için de tümüyle “resmî” kimliklidir. Resmiyet olan yerde “tarafsızlık” söz konusu olamayacağına göre, yakın tarih, belgelerden ziyade duygulara bağlı olarak gelişir.
Bir millet için son derece önemli tarihsel olgular tek kaynağa mahküm edilmişse ve o kaynak yakın tarihin “önder”inin anılarından ibaretse, tarafsızlıktan ve ilmilikten söz etmek zorlaşır. Hele bir de, aynı dönemden süzülmüş kişilere ait başka anılar yasaklanmış yahut sansürlenmiş de, karşılaştırma imkânlarınız elinizden alınmışsa...
Anılar tarih değildir. Olsalar olsalar tarihin daha net kavranmasına yardımcı olabilirler. Bu yüzden, tanınmış bir tarihçi, “Anılar savunma refleksinin ürünüdür” demiştir. İspata değil, kabule dayanır. Yine de özgür vicdanla mukayeseli olarak okunduğu zaman faydalıdırlar.
Ancak “resmi hizmete mahsus” söylemin zıddına bir iddia geliştirmişseniz “irticacı”lıktan “vatana ihanet”e kadar bir dizi suçlamaya muhatap oluyorsanız, hele bir de belirli yere kadar gidilebilen “tahsisli” bir irdeleme ile, belirli görüş ve düşünceleri bir “ön şart” olarak kabul anlamı taşıyan derin dayatmalarla karşı karşıya kalıyorsanız, ürkmeniz kaçınılmaz hale gelir. Kaleminiz beyninize saplanır. Belge, bulgu ve düşüncelerinizi yazamazsınız.
Yazsanız bile, yazdıklarınız ne kendinizi, ne de okurunuzu tatmin eder. Bugün Türk tarihçisi, yakın tarihe ilişkin konularda böyle bir açmazla karşı karşıyadır. Bu durumda ister istemez, yakın tarihe ilişkin tüm olaylar ve yakın tarihi yapan tüm isimler bir “Alaca Karanlık Kuşağı” içinde kalıyor.
Yani o da bir nevi sır!
İnşallah bir gün tüm kapılar açılır da özgürce tartışmaya başlarız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.