Manevi değerler boşluğu
Geçenlerde N. Tarhan Hocamızın " Dürüstlük nasıl meziyet oldu? Adlı yazısını okudum... Hocamız burada, Norveç örneğini ilginç bir tasvir ile ortaya koyuyordu.
Önce yazılanları bir hatırlayalım:
" ... ... Norveç, nüfusu 4.5 milyon olan refah düzeyi çok yüksek bir ülke. İki kişiye bir otomobil düşüyor. 1996 yılında bütçesi % 7 fazlalık vermiş. Yılda kitap satışı 4.5 milyon adet. Günlük toplam gazete tirajı 3 milyon gibi yüksek bir rakam. Yani Türkiye'ye eşit. Fakat insanlar mutlu değil. Her 100 aileden 50'si boşanma yaşamış. Doğan çocukların R'si evlilik dışıdır. Adi suçlar artmış; cinayetler, uyuşturucu kullanımı gittikçe artmaktadır. İnsanlar zengin ama mutlu değil.
Çare olarak Norveç Meclisi "Manevî Değerler Komitesi" kuruyor ve manevi değerler komitesinin başına da papaz kökenli bir başkan seçiyor." Norveç'te kurulan Manevi Değerler Komitesi sadece burada değil bütün batıda dikkati çekiyor... ... "
Batı iki yüzyıldır, materyalist bir yaşam felsefesine sahip ve dolayısıyla dinin yerine koyduğu hümanizmin insanları tatmin etmediğini artık görüyor. Çünkü hümanizm, insanların ruhsal boşluğunu doldurmak şöyle dursun bu toplumların daha bireyci, bencil ve çıkarcı yaşamalarına neden oldu. Bu yaşam biçimi kamusallaştığında da, insanlar bütün kurumlarıyla birlikte ihtiyaçlarını salt maddiyata dayalı talep ve beklentiler üzerine kurmaya başladı. Dolayısıyla bu toplumlar, ekonomide ve toplumsal refah ve kalkınmada ne kadar ileri gitmiş olsalar da, manevi iklimlerinde bir yoksullaşma yaşadılar. Ve, kişi başına düşen gelirlerine, sağlıkta eğitimde kat ettikleri ilerlemeye rağmen bu yoksullaşmayı gideremediler. Bütün bunların sonucunda da, toplum fert fert çözülmeye başladı. Eş cinsellik, uyuşturucu kullanımı, gayri meşru çocukların çoğalması, intiharların ve ötenazinin serbest bırakılması... vb. sorunlarla başa çıkamayan Batılı toplumlar artık bir arayış içine girdiler. Bir çözüm olarak, aileleri kiliseye teşvik etmeye, gençlere yönelik grup çalışmalarına, papazlarla işbirliği yapmaya başladılar. Çünkü maddi refah açısından, istediği her şeye ulaşan insanlar, derin bir anlam boşluğu yaşıyorlar ve başka dinlere geçerek bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlardı.
Bütün bunları düşündüğümde, "Ya Rabbi sana hamdolsun, bizi İslamla şereflendirdin" diyorum. Zira, inandığımız din, bizleri çevremizi kuşatan, suç unsurlarından, vahşete yönelmekten, harama bulaşmaktan, zulüm ve haksızlık yapmaktan alıkoyuyor ve insanlaştırıyor. Efendimizin örnek hayatıyla bizlere ışık tutarak, ailemizle, çevremizdeki insanlarla ve yaşadığımız toplumla nasıl iletişim kuracağımızı öğretiyor. Ancak, burada İslam'a tabi olmanın gerekli koşullarına da uymak gerekiyor. Yani, dinin insanın kemalatını ve mutluluğunu emir ve yasaklarını anlatan emirlerine uymak ve çevremize de bu aidiyet duygusunu aşılamak gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.