Muhalefetin kızgını,tencere dibi yakar
Köylerde “aş ocakları” denilen genişçe mutfaklar vardır. En küçüğü 30, en büyüğü 50 metre civarındadır. Ataerkil aileden çekirdek aileye geçilmeden önce koca bir evin yemekleri bu ocaklarda pişer ve yemeği de evdeki gelin ya da gelinler yapar.
Bir eve gelin gelince, kaynanalar ister istemez bunalıma girer, ellerinden iktidarlarının gittiğini düşünür ve kim iktidara ortak gelmişse, ona karşı muhalefet etmeyi görev sayarlar. Bugün mevcut siyasi muhalefetin yaptığıyla kötü huylu kaynanaların yaptıkları aynı şeydir.
Hâlbuki koca bir evin mutfağını gelin idare eder; bulaşığını, çamaşırını gelin yıkar, temizliğini gelin yapar, tarlaya, bağa, bahçeye gidecek yemekleri, bohçaları o hazırlar, koyuna, keçiye, danaya, öküze o bakar, velhasıl bir evde kadına düşen ya da düşmeyen ne iş varsa, geline ya da gelinlere pay edilir.
İşte bütün bu hizmetlerden kaynanalar ve kayınpederler, nedense hiç memnun olmaz (istisnalar hariç tabii), her fırsatta ister uysun ister uymasın; geline, hatta gelinin ailesine kadar dil uzatılır ve yapılan her şeyi eleştirirler. CHP ve MHP zihniyetinden farksızdırlar yani.
Gelin veya gelinler ise bütün bu geçimsizliklere karşı direnir, hem kocasını hem de ev ahalisini memnun etmeye çalışırlar. Kolay kolay hiçbir muhalefet, iktidarı ele almış gelinleri yıldıramaz. Muhalefet edenler zaten işe yarasalardı, iktidarı kaptırmazlardı. İşte bu iktidarı kaptırma psikozu, muhalefet edenlere akla hayale gelmedik “şeytanlıklar” sergiletir.
Bugünkü bir kısım muhalefet de öyle değil midir? Memlekete bir gramlık hayırları dokunmamıştır. Mevcut iktidar, 60 yıldır onların getirdikleri “şerleri” temizlemekten şöyle bir derin nefes bile alamamıştır. Ülkenin başına çorap örüp, kördüğüm yapmaktan başka ele avuca gelir ne gibi bir icraatları vardır? Bilen, işiten, gören Allah aşkına söylesin.
Neyse, yukarıdaki mevzu yarım kalmasın. Ataerkil ailelerde iktidarı ele geçiren gelin ya da gelinler, her türlü zorlukların, işkencelerin ve sözlü hakaretlerin altından kalkarlar ama en çok zorlarına giden bir şey vardır, o da yaptıkları yemeklerin ya altının yanması ya da pişmiş aşa su katılmasıdır.
Çünkü özene bezene yapılan yemek, akşam milletin önüne konulunca eğer beğenilmez ve kusur bulunursa, işte gelinler orada biter ve tükenir. Hele bir de kocası huysuzluk yapar, o kadar insanın içinde kadıncağıza hakaret eder veya fiili bir harekette bulunursa, o ailede artık “birlik” hitama ermiş, “huzur” denilen şey bir daha gelmemek üzere gitmiştir.
Gelin veya gelinler ya da evlenmemiş evdeki “iyi huylu” kızlar da bu iktidarın ortağıdır. Akşama kadar didinirler, uğraşırlar, çırpınırlar ve yemek saati geldiğinde kimin elinden çıkan yemek, daha güzel ve beğeniliyorsa, iktidar ortakları arasında anlaşmalı olarak o kişi, ocağın başına geçer ve akşama sunulacak yemeği yapmaya başlar.
Bu büyük ocaklar; çalı, çırpı, tezek, odun gibi o gün için en iyi yakacak neyse yakılır ve üzerine koca bir kazanla yemek konulur. Yemeği yapacak kişi artık ocak başında nöbettedir, çünkü ne olur ne olmaz, birisi muhalefet eder ve yemeğin tadını kaçırabilir. Yemeği yapan kişi sürekli tetikte olmalıdır. Hem ateşi ayarlar hem de yemeğini kontrol altında tutar. Muhalefet öfkesi aklı kovar, yerine husumeti ve kini getirir. Felaketin adıdır bu anlayış.
Dikkatle takip edilen ocaktaki yemek bir süre sonra kıvamına gelince, ocağın altındaki ateşle oynanmaz ve kor haline gelmesi beklenir. Artık yemeğin demlenme zamanıdır. Kor ateşi gören hiçbir insan evladı da o yemeğe müdahale etmez. Kor ateş, yemek saatine kadar hem yemeğin ısısını belli oranda tutar hem de mutfağı ısıtır.
Elbet bu olup bitenleri bir de gözetleyenler, denetleyenler, yapılan her işe kendisine göre şekil vermeye çalışanlar, kendi varlıklarını hissettirebilmek için devamlı öfke seli gibi dolaşanlar, tavır yapanlar, mutfağın boşalmasını bekler ve mutlaka boş bir anı bulurlar. İşte “öç” zamanıdır, hemen kor ateş harlatılır ve yemeğin canına okunur.
Tabii yemek yerinden hoplar, bütün güzelliğini ve lezzetini kaybeder. Sofraya dibi yanmış bir yemek gelir. Yemeği yapan başta olmak üzere evdeki genç üyeler, aslında gerçeği fark etmişlerdir ama yapılacak bir şey yoktur. Bütün sermayesi “öfke” olan muhalefetten ne beklenebilir ki? Bu anlayış şu demektir: “Ey tencerenin dibini yakanlar, bu öfke sizi de yakacak ve arkanızdan hayırlı bir iş bırakmadan göçüp gideceksiniz.” Sahi Bahçeli ve Baykal’ı hangi hayırlı hizmetleriyle hatırlayacağız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.