Bilal
15 yaşındaydı. Tipik bir Amerikalı. Yaşıtları ne yaparsa o da onu yapıyor; yiyor, içiyor, eğleniyor, okula gidiyordu. Günlerden bir gün eline bir kitap geçti. Enteresan buldu, içine düştü. Okuyor okuyordu. Elinden bırakamaz olmuştu. Kitap İslâm diye bir şeyden söz ediyordu. “çok da ilginç” diyor, biraz daha okuyordu. Onu bitirince başka kitaplara yöneldi. Okul kütüphanesine gitti, araştırdı. Fazla bir şey bulamadı. Oturduğu küçük şehrin halk kütüphanesinde belki bir şeyler bulabilirim diye ümitlendi. Haklıydı. Orada yeni ilgi alanı İslâm'la ilgili daha etraflı bilgi sahibi olabileceği yayınlar buldu. Onları da okudu. Daha da etkilendi. Ama bir de şunu merak ediyordu: Bu din nasıl yaşanır, bu seküler dünyada nasıl altından kalkılır? Yaşayanlar nasıl yaşıyordu acaba? Merak etti.
Bir gün yine otobüsteydi. Okuldan eve gidiyordu. İslâm'ı anlatan kitabı her zamanki gibi elindeydi. Her zamanki gibi içine gömülmüştü. Sular seller gibi okuyordu.
-Bir açıklama: Amerika'da birçok Batı ülkesinde de olduğu gibi insanlar toplu taşıt araçlarına bindiklerinde devamlı kitap okurlar. Bunu sadece araçta değil, binecekleri araçları beklerken de yaparlar. Onun için New York, Washington, Chicago sokaklarında da Paris, Londra, Barselona sokaklarında olduğu gibi ayakta otobüs beklerken kitap okuyan, trende, vapurda sayfa karıştıran insanları görürsünüz- Yanına gelip oturan kişiyi önce fark etmedi. Okuduklarıyla öyle büyülenmişti ki, dünya yıkılsa farkında olmayacaktı. Yanındaki de kendi gibi gençti. Bizimkine döndü, “Ne okuyorsun” diye laf attı: "İslâm diniyle ilgili bir kitap." Sonra aralarında şu diyalog geçti: "öyle mi, nasıl buldun okuduklarını?" "çok ilginç şeyler yazıyor. Ama merak ediyorum, yaşayanlar bu dini nasıl yaşıyor? Müslüman birini bulabilsem keşke de sorsam, öğrensem diyorum." "çoktan buldun" diyor yanındaki genç, sakin ve biraz da muzip bir bakışla "Benim ismim Tarık. Ben Müslümanım" diyor, elini uzatıyor sıkmak için. Hayatı o an değişiyor diğerinin. Keşkesi dua oluyor, arş-ı alada cevap buluyor.
İki genç başlıyorlar uzun ve tatlı bir konuşmaya. Tarık da meğer yeni tanıştığı arkadaşı gibi on beş yaşındaymış. Okulunda Müslüman arkadaşları varmış, onlarla gide gele, hemhal ola ola, dinlerini merak etmiş, İslâm'la olan yolculuğu böyle başlamış. Şimdi Teksas'taki İslâm merkezinin üyesiymiş. Hafta sonu derslerine gidermiş. Ancak henüz araba kullanacak yaşta olmadığı için -Amerika'da on altı yaşında ehliyet alınıyor- anne veya babası onu bu merkeze taşıyormuş. -Düşününüz, Hıristiyan anne baba İslâm'la şereflenen oğullarını adeta el üstünde tutuyor ve onun yeni dininde ilerlemesi için ellerinden gelen yardımı yapıyorlar. Bizim öz insanlarımızın bazılarının açıktan ve çoğu zaman "gizliden" İslâm'a karşı verdikleri savaşı bu gerçekle karşılaştırınca insanın içi bir tuhaf oluyor.-
O gün otobüste Tarık bizim gence "Senin sorularına en iyi cevabı bizim İslâm merkezimizdeki liderimiz, imamımız verir, seni ona götüreyim" demiş. İki yeni arkadaş, sabah namazı öncesi saat beş buçukta camide buluşmak üzere anlaşmışlar. Ertesi sabah camiye gittiğinde Tarık yeni arkadaşını kendini bekler bulmuş. Onu dini liderleriyle tanıştırmış. O sormuş, diğeri cevaplamış. “Müslüman olmak istiyorum” demiş, “Başımızın üstünde yerin var” cevabını almış. Kelime-i Şehadet getirmiş. Allah'ın birliğini, Muhammed aleyh-i es-Selatü ves-Selam'ın O'nun elçisi ve kulu olduğunu, kalbiyle inandığını diliyle de ikrar etmiş. “Ben adımı da değiştirmek istiyorum” demiş, “Şart değil” demişler. “Ama istiyorum” demiş. Müzik kulağı varmış, “O zaman adın Bilal olsun” demişler.
Gel zaman git zaman Bilal liseyi bitirmiş. Bir taraftan da İslâm merkezinin kitapçısında çalışmış. Bilal'in sesinin ünü kısa zamanda yayılmış. Ezanları o okur olmuş. Bütün makamları öğrenmiş. Bir gün cemaatlerindeki bir Türk arkadaşına rastlamış, seslenmiş: İbrahim çanakkaleli'nin ezanını buldum, şimdi onu çalıyorum:
Bilal sonradan bulduğu ipe sımsıkı sarılanlardan olmuş. İslâm'ı en iyi şekilde öğrenmek için dilini de çok iyi bilmek lazım demiş. Burs bulup Suriye'ye gitmiş. Arapçayı yerinde öğrenmiş. -Bilal gibi "convert" yani sonradan İslâm'la şereflenen veya daha doğru tabiriyle "revert" yani sonradan "tekrar" İslâm'la şereflenenlerin en belirgin ortak özelliklerinden biri İslâm'ı en iyi şekilde öğrenebilmek için ortaya koydukları çabadır ki bunun içinde Suriye, Mısır, Fas gibi, zamanında İslâmi eğitimin merkezi olan ülkelere gitmek, Arapçayı yerinde öğrenmek, İslâmi bilimlerin eğitimini de oradaki ilim adamlarından almaktır- Bir süre sonra da kendi gibi İslâmi ilimler tahsil eden bir kızla da evlenmiş. Arada eski şehri Dallas'a uğrar Bilal. Oralara yolunuz düşer de Teksas'ın Türkiye'den de pek tanınan kovboyları arasında dolaşırken Bilal-i Habeşi'ninkine benzer bir ezan yükselirse kulağınıza, biliniz ki Bilal-i Ameriki'nin ezanıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.