Demokratik açılıma karşı çıkmak teröre ‘Evet’ demektir
1960 ihtilaliyle birlikte bu topraklarda terör hiç eksik olmadı. Darbeler, muhtıralar, komplolar başta olmak üzere, son 25 yıldır da sürekli bir terörün içerisinde yayıyoruz.
Helal ekmek yemiş, helal süt emmiş, kendisini bu topraklara ait hisseden herkes, şu soruyu sormalıdır: “Terör var, terörle mücadele var ama zerre yol alınmamış, zerre netice elde edilmemiş ve hep zararla, kayıpla yıllar sürüp gitmiş. Neden şimdiye kadar başka bir yol denenmedi? Çünkü görülüyor ki bu yol tutmuyor.”
Bu soruya doğru cevap verebilen herkesin demokratik açılımdan yana olacağı muhakkaktır. Ah her bildiğimizi, duyduğumuzu, gördüğümüzü, düşündüğümüzü yazabilsek, pek çok mesele aydınlanır ama yazılmıyor, konuşulmuyor ve dile gelmiyor maalesef.
Yazdığımız zaman, konuştuğumuz zaman, karşımızdaki muhataplarımız mert ve insan olsa; oturur konuşur, yazar, halleşiriz; fakat karşımızdaki muhataplarımız mert değil, oyun içinde oyunlar sergileyip, kafaları sürekli tek taraflı çalışan, faşist bir zihniyete sahipler. O yüzden mümkün mertebe “orta yolu” tercih ediyoruz.
Bir de memlekette o kadar çok garip tipler var ki, her tarafımız; “bilmediğini bilmeyenlerle” çaka çaka dolu. Bilmeden, görmeden, duymadan, araştırmadan, incelemeden; “korunaklı ve korumalı” mekânlarından basıyorlar lafı, çekilip oturuyorlar köşelerine.
Başta muhalefet liderleri olmak üzere onların peşinden giden ve onlara sığınan pek çok devlet erki, Ankara’daki yumuşak koltuklarını kaybetmemek için yerlerinden kımıldamıyor, memleketin neresinde ne var görmüyor, sokağa inip vatandaşla konuşmuyor, sonra da kalkıp, ülke meselelerini konuşanlara ateş püskürüyorlar.
Demokratik açılıma karşı çıkmak, bu memleketi ve insanını reddetmektir. Diyarbakır’ın sokaklarını dolaşan herkes bu gerçeği görebilir. Terörden en çok nefret eden ve “Bir an önce son bulsun” diyen insanlarımız, Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızdır. “Ölüm bu” şakası yok, “kayıp bu” şakası yok. Terörün her türlüsüne lanet okuyor insanlar.
Diyarbakır İçkale’nin duvarında, 78 yaşındaki bir ihtiyarla Dicle Nehri’ni seyrediyoruz. Üzerindeki palto en az 40 yıllık. Paltonun her tarafı lime lime olmuş. Elinde sarma tütünüyle uzun uzun seyrediyor ve beni fark ettiğinde sigarasından derince çekip;
“Bakma bu halime, eskiden yiğittim, çoluğum çocuğum vardı, tarlam tapanım vardı, durumumuz iyiydi. Köyü boşalttık, iki tarafa da yaranamadık. İlerlediysek ‘dur’ dediler, gerilediysek ‘yürü’ dediler. Ne yapacağımızı bilemedik. Dağıttık bütün bir aileyi. Şimdi bütün gücüm Dicle’yi buradan seyretmeye yetiyor, öyle hasret gideriyorum” diyor.
Adamcağız sözlerini bitirmişti ve ben hâlâ yüzüne bakıp duruyordum. Daha söylemek istedikleri çoktu oysa. Konuşamadı, dudakları tik varmış gibi titriyor, fakat dili dönmüyordu. Kim olsa bu hali hissederdi. Ellerimi omzuna koydum, “Geçer, bunlar da geçer yahu” dedim. Tütün kınalı kavrulmuş nasırlı parmaklarıyla gözyaşlarını silip; “Ben görmem nasıl olsa” dedi ve yürüyüp gitti.
Yarın huzur-u mahşerde kim verecek bunların hesabını peki? Gerçi diyeceksiniz ki; “Huzur-u mahşere inanan insanlar terörden yana olur mu? Terörden beslenir mi? Terörün sona ermemesi için barış yollarına engel olur mu? İnsanı sırf Yaratan’dan ötürü sevenler, ne bu dünyada ne de ahirette işe yaramayacak menfaatlerin peşinde koşup koca bir ülkeyi kargaşa ve kaosa sokar mı?”
Evet haklısınız, sokmaz. Kargaşa ve kaostan yana olanlar, zaten yukarıdaki özellikleri taşımazlar. İnsan olan insan; “Allah’tan korkan, kuldan utanan, insan hak ve hukukundan yana olandır.”
Bunların dışında kalanlar; ne Allah’ı tanır, ne kulu ne de başka bir kutsalı vardır. Manevi anlamda kutsalları olmayan kişi ya da kişiler için; sadece imtiyazları, menfaatleri söz konusudur. Gerisine inanmaz, inananları da sevmezler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.