Vesayet merakı
Tartışmanın tutulur tarafı yok. Bir demokrasi hazımsızlığı köpürüyor. "Ben aslında demokrasiyi savunuyorum." diye demokrasiye muhalefet edenlerin, kavramları ters yüz etmekten başka çareleri yok.
"Ben askere de karşıyım demokrasiye de" saçmalığını başka türlü savunamazsınız..
"Vesayet" reşit olmayan yani zihnen olgunlaşmamış biri üzerinde, bir başkasının kontrolü veya denetimi. Kişi doğru ile eğriyi ayırt edemediği için, kendi çıkarlarını gözetemediği için onun adına bir başkası yani vasisi karar veriyor. Hukukta 18 yaş, reşit olma yani vesayetten kurtulma yaşı olarak kabul ediliyor. Bu yaşa kadar kişi birçok hukuki işlemi ve tasarrufu yapamıyor. "Vesayet" (tutelary) deyimini siyaset literatürüne dahil eden kişi, siyasî partiler konusunda 1940'larda yazdıklarıyla hâlâ bir otorite olarak kabul edilen Maurice Duverger. Duverger, siyasî partileri tasnif ederken tek partili sistemleri kendi içinde ayırıyor. Komünist ve faşist tek parti sistemlerinin toplumun ve insan hayatının her alanına müdahale eden totaliter niteliğine karşılık, sadece genel bir modernleştirme hedefi ile toplumu değiştirmeye çalışan tek partileri birbirinden ayırmak için birincisine "totaliter tek parti", ikincisine "vesayetçi tek parti" ismini veriyor. Bu Fransız siyaset bilimcinin, o tarihlerde "vesayetçi tek parti" modeline dünyadan örnek olarak gösterdiği parti ise Cumhuriyet Halk Partisi.
Demokrasiye yapılan en yaygın eleştiri "Ya halk yanlış karar verirse" itirazıdır. Güya henüz olgunlaşmamış, kendini yönetecek düzeye gelmemiş bir halka demokrasi bahşedilirse ülke kaosa sürüklenecektir. (Halbuki demokrasinin açık üstünlüğü yanlış kararları düzeltme imkânıdır; bu imkân dikta rejimlerinde yoktur.) O zaman bir vasi tayin etmek gerekecektir. Bu vasiler topluma göre ileri, aydınlanmış ve gerçeği kavramış küçük bir azınlık olacaktır. Örgütlü olan -silahlı- bürokrasi yanına aydınları alıp bir ittifak kurarak toplumun vasisi olunca, demokrasi şekli olarak işlese bile ortaya bir vesayet düzeni çıkacaktır. Şayet zamana uyup çok partili hayata geçilmiş olsa bile halkın tercihi, yani sandıktan çıkarttığı iktidar üzerinde bile bu vesayet düzeni işleyecektir. Milli Güvenlik Kurulu, askerî vesayetin doğrudan aracı, Cumhurbaşkanlığı makamı ise Anayasa Mahkemesi ve YÖK üzerinden bu vesayet düzeninin dolaylı aracı idi. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması, bu kritik vesayet aracının kaybolması anlamına geldiği için krize yol açmıştı.
Demek ki doğrudan halkın veya halkın belirlediği temsil organlarının üzerindeki sivil-asker azınlığın denetimine "vesayet" adı veriliyor. Laiklik, cumhuriyet değerleri ise aslından uzaklaştırılıp bu vesayetin gerekçesi ve dayanağı olarak kullanılıyor.
Halkın, yani çoğunluğun yetkin olmadığı iddiasına dayalı asker-sivil yönetici elitlerin halkın seçtikleri üzerindeki kontrolüne "vesayet" adı verildiğine göre, "sivil vesayet" sözünün ne anlama geldiğini, bu tabiri kullananların açıklaması lâzım. AK Parti iktidarı bu tabir ile kimin üzerinde vesayet kurmuş oluyor? "Askerî vesayete karşıyım, ama sivil vesayete de karşıyım." dikotomisi, bu vesayetin asker üzerinde kurulmasını ihsas ediyorsa orada durmak lâzım. Her şeye burnunu sokan ve sürekli yanlış yapan askerin sivil vesayet altına alınması kadar doğal ve doğru bir şey olamaz.
"Sivil vesayet düzeni"ne örnek olarak Mısır'ı gösteren birinin bu durumda Mısır'la Türkiye'yi aynı kalıba dökmesi lâzım. Nasıl başaracak?
Bu uçuk tartışmanın bize gösterdiği yalın bir gerçek var. Türkiye'de vesayet düzeni artık yerle bir oluyor. Kışlasında emir subayının kapısında beklediği makamında oturan komutanın veya bir gazetenin yazı işleri toplantısında manşet tartışan gazetecilerin iktidar üzerinde vesayet denklemleri kurmak ve icra etmek imkânları artık yok. "Sivil vesayet"ten şikâyet edenlerin tamamı, "vasi" pozisyonunu kaybedenler değil mi?
Demokrasiyi artık herkesin içine sindirmesi lâzım. Bu iktidardan memnun değilseniz CHP'nin veya MHP'nin kapısını çalacaksınız, askerin değil.