Sabahattin Hoca'yı uğurladık
Allah gani gani rahmet eylesin. Bir yıldız gibi geldi, güneş gibi gitti. Böyle cenaze namazı herkese nasip olmaz. Ancak bu dünyaya gelip de güneş gibi her tarafı aydınlatan kişilere nasip olur.
Şahsen hocamızın adına gurur duydum. Devletin tepesi cenazedeydi. Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız en yakınları sayılırdı. Her ikisi de kendisinden faydalanmıştı ve onun aydınlığından istifade etmişlerdi.
Cenaze namazında konuşan Prof. Dr. Raşit Küçük hocanın dediği gibi, sahabelere özenerek yaşadı ve onlar gibi hâl dilini kullandı. Kalbi ile dili arasında hiç tereddüt geçmedi. Kalbi, dili, yüreği ve beden dili, sahabeleri andırıyordu.
Kendisiyle iki defa yurtdışı seyahatimiz oldu. Birisinde doğduğu diyarlara gittik, diğerinde de yine aynı bölgede; Bosna diyarında dolaşmıştık. Mütevaziliğin ne demek olduğunu, insanı sevmenin ve anlamanın ne demek olduğunu ondan öğrenmenin hazzını yaşamıştım.
İsraf ve tasarruf üzerine konuşurken, lüzumsuz ve amaçsız tüketen insanların, öncelikle kendilerini tükettikleri için, sınırsız ve sorumsuz tüketimde bulunduklarını söyler ve insanın kendisini tüketmemesini, kendi üzerinde tasarrufa gitmesini anlatırdı.
Sevenleri Fatih Camii’nde yine onu yalnız bırakmamışlardı. Ama o, bizlere, bıraktığı mirasların yaşatılması dilek ve temennisiyle veda etti. Güzel insanın mutlaka güzel dostları oluyor. Cami binlerce güzel insanla doluydu.
“Bu dünyada bırakılacak miras; ilim, fikir, düşünce, iyi ameldir” sözü de ona aitti ve o bunları bırakıp gerçek aleme, çok sevdiği Peygamberimize ve Allah’a ulaştı. Mekanı cennet olsun. Tekrar tekrar Allah rahmet eylesin.
Osmanlı Makedonya’dan çekilirken, kader Sabahattin Zaim’in ailesini de İslâm’ın ve Müslümanların tapusu olan İstanbul’a doğru yola çıkarmıştı. Sabahattin Hocamız o yıllarda sekiz yaşındadır. Göç başlamıştır ve hoca nereye gittiklerini, nasıl gideceklerini bilemez.
O yaşta bile tevekkül eder ve ailesiyle bir at arabasına binerek üç beş eşyayla birlikte yola çıkar ve doğduğu topraklara bir daha gelmek istercesine arkasına baka baka yola koyulur. At arabasıyla başlayan yolculuk trenle devam eder.
Sabahattin Hoca hâlâ bilemez nereye gittiklerini, çünkü ikide bir yolları kesilir ve binbir zahmetler içerisinde her engeli aşarak menzile doğru yürürler. Günlerce süren açlık ve sefaletten sonra, tren Sirkeci Garı’nda nihayet durur.
Sirkeci Garı, hocanın gördüğü ilk büyük binadır. İnsanlar sağa sola koşturmakta, başka şehirlerden gelenler telaş içerisinde nereye gideceklerini bilememekte ve birilerinden yardım beklemektedir. Hocanın ailesi de bu telaşın bireyleridir.
Derken, nihayet başlarını sokacak bir yer bulurlar. Hoca için yeni bir hayatın ilk sabahı İstanbul’da başlamıştır. Okul, yiyecek, giyecek ve yardım eli uzatılacak birileri aranır ve tabii bulunur. Hoca tevekkül ve teslimiyetin mükafatlarını almaya başlar.
Bugün, yani düne kadar sürdüreceği pırıl pırıl bir hayata; insana ve insanlığa hizmetine başlamış olur. Onun olduğu yerde haramdan söz edilmez, hırsızlık, cinayet, gasp ve ne kadar kötü hasletler varsa, hocanın ilgi alanında ve yaşam dağarcığında kendisine yer bulamaz.
Binlerce talebe yetiştirmiştir. Sabahattin Zaim hangi talebesinin başını okşamış, elini omzuna koymuşsa o insan hep bahtiyar olmuştur. İşte bunlardan ikisi devletin tepesindedir. Abdullah Gül’e daha çok emek vermiştir. Tayyip Bey’in omzuna elini koymuş ve “inandığı yolda gözünü budaktan esirgemeden yürümesini” söylemiştir.
Allah herkese böyle dolu dolu güzel bir hayat nasip etsin. Hakkında herkesin her zaman güzel sözler söyleyeceği bir geçmiş nasip etsin. Ailesine, yakınlarına ve sevenlerine tekrar başsağlığı dilerim. Allah rahmet eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.