Kibrin sonu
Geçmişte ve günümüzde birçok çatışmanın kaynağı psikolojik ve ahlaki nedenlerdir. Bunlardan birisi de kibir ve kibrin yol açtığı ötekini aşağılama biçimleridir. Hatta Osmanlı padişahları ile yeniçeri kullarının ayaklanmaları arasındaki ilişkiye baktığımızda bazen yeniçerililerin aşağılandıkları zehabıyla kazan kaldırdıklarını görebiliyoruz. İsrail ile Türkiye arasına da bu türden meseleler girdi. Gazze saldırısı ve Davos işin görünen kısmı ve boyutu. Görünmez boyutunda bu tür gelgitler var. Belki de küçük Bush dönemine kadar ABD ve İsrail'i ifade edebilecek en yerinde iki kavram, kibir ve yol açtığı hazımsızlık halleridir. ABD ve İsrail zamanla bu kibirlerinin kurbanı olmaktadırlar. Sözgelimi, bazı Amerikalı ve içten müellifler, ABD'nin 'terörle' savaşını kazanamamasını ABD'nin kibrine bağlarlar. Halbuki, meseleye tersinden ve dürbünün tersiyle bakan Thomas Friedman ise çözümü ötekinin kendisini gözden geçirmesinde görmekte ve bu bağlamda, İslam içi bir saflaşma ve hatta fikir ve onun ötesinde ABD'nin Güney ile Kuzey arasında yaşadığı tarihi bir hesaplaşma ve savaş gibi gerçek ve fiili bir savaş yaşamasını önermektedir. Halbuki, esas olan burada ABD'nin kibriyle yüzleşmesidir. Onu tedavi edecek husus budur. İsrail lobisinin yazarlarından birisi olan Michael Scheuer'in bir başka çalışması olan 'Imperial Hubris: Why the West is Losing the War on Terror/Emperyal kibir ve ABD niçin terörle savaşı kazanamamaktadır?' kitabında 'ABD terörle savaşı neden kaybediyor?' sorusuna cevap arıyor ve bulduğu cevaplardan birisi de esasında kibrini terk etmesidir. Ve Obama ile birlikte Amerikalılar en azından siyasi kibirlerinin bir kısmından arınmışlardır. İsrail'in günümüzdeki kibir ve gururu ise Kur'an tarafından tescillenmiştir. 'Letalunne uluvven kebira' ifadesi onların sınırsız bir biçimde gururlanacaklarını göstermiştir. Son sıralarda bu kibir Türk izzeti nefsiyle çarpışma halindedir.
Yangın bir kıvılcımla başladığı gibi bazen ilişkiler de önemsenmeyen ve basit nedenlerden dolayı ortaya çıkar. Bu anlamda, son sıralarda yaşanan Türk-İsrail münasebetlerinin gurur ve kibir sağanağının kurbanı olduğunu görüyoruz. Gazze saldırılarından önce Ehud Olmert'in Türkiye ziyareti ve ardından Gazze'ye saldırı beriki tarafta kullanılmışlık, aldatılmışlık hissi uyandırmış ve öfke nöbetlerine ve patlamasına neden olmuştur. Esasen, İsrail'in bu kibir ve gururu altında hiçbir ülke ikili ilişkileri sağlıklı ve dengeli zeminde yürütmesi ve teraziye vurması veya vurulan teraziden ölçülü ve düzgün çıkması mümkün değildir. İsraille ilişkilerin tabiatı illetlidir. Dolayısıyla düzeltmeye kalkıştığında onu kırarsınız. Burada AKP politikalarının en zayıf tarafı ilişkileri sisteme vurmak yerine şahıslar ve olaylar üzerinden yürütmesidir. Bu da ilişkilerin pratik üzerinden krizlere tutulmasına yol açmaktadır. Gazze olaylarından sonra kriz bir biçimde Davos'a yansımış ve seçim arifesinde bu belki de AKP'ye 10 puan getirmiştir. Daha sonra da bazı İngiliz ve yabancı basına Başbakan Erdoğan Lieberman'ın saldırı sırasında nükleer bomba kullanma isteğini hatırlatmış ve bu hatırlatma da ek krizlere neden olmuştu. İlginçtir, ilişkilerin gerilmesinde sembolizmin de büyük 'katkısı' oldu. Gerilen ilişkilere tuz biber ekti. Sözgelimi, İsrail tarafı Erdoğan'ın açıklamalarını görmezlikten gelmeyi ve sineye çekmeyi tasarladığı bir sırada Ayrılık Dizisindeki malum bölüm İsrailli yöneticileri tahrik etmiş olmalı ki daha ziyade onun üzerinden Türkiye ile hesaplaşarak örselenen gururlarını tamir etmeye kalkıştılar. Gerçekten de son, Elçi Oğuz Çelikkol'u aşağılama manzarasında da böyle bir geri plan ve derinlik vardı. Erdoğan'ın Saad Hariri ile görüşmesi sırasında yaptığı konuşma esasında sadece bir bahaneden ibarettir.
Aşağılama muamelesi aslında intikam eylemi gibi görünüyor. Buna eskiler teşeffi-i gayz diyorlar. Yani öç alma. İncinen gururlarını tamir için Çelikkol'a mizanseni Lieberman ile yardımcısı Dany Ayalon tertip etmiş. Zira, hemen ardından İsrail basını one minute ve Lieberman'la alakalı Erdoğan'ın önceki sözlerine atıfta bulunmuştur. Velhasıl, İsrail incinen gururunu tamirle meşgul olmaktadır. Bununla birlikte, ilk yanlış, yanlış bir zamanda ve zeminde Ehud Olmert'in Türkiye'ye ziyaretiyle birlikte başlamış ve bu da ikili ilişkilerde zamanla zincirleme bir kazaya dönüşmüştür. Lakin yaralı bilinç böyle tamir edilmez.
İlginçtir, son olayda da bir sembolik vaka yaşanmıştır. O da Ayrılık Dizisi olayına benzer bir biçimde Kurtlar Vadisi'nde Polat Alemdar'ın İsrail elçiliğini basması ve orada insan korsanlarından birisi olan İsrailli casusu öldürmesi ve kanının duvardaki İsrail bayrağına sıçramasıdır. Gerçekte İsraillilerin kanı duvara ve bayrağa sıçranmasa bile bu görüntülerle kan beyinlerine sıçramıştır. Aşağılama krizinin yaşandığı 11 Ocak'ta (2010) ilginç bir biçimde Recep Tayyip Erdoğan'a Faysal Ödülü verilmiştir. Kimi yazarlar iki olay arasında münasebet aramaktadır. Esasında kanaatime göre ortada bir münasebet olabilir lakin bu görünmez bir münasebettir. Yani remz-i kader ve kaderin bir işaretidir. Ayrılık ve Kurtlar Vadisi bölümlerinin siyasi krize denk gelmesi gibi planlı olduğu kanaatinde değilim. Lakin buradan çıkarmamız gereken ders bellidir. ABD ve İsrail gururundan ve kibirinden vazgeçmeli ve milletlerin arasında tabii haliyle yerini almalıdır. Aksi takdirde, tükürdüğünü yalaması ve tacını ve tahtını kaybetmesi kaçınılmaz ve mukadderdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.