“Ateş bacayı sardı”
Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker, Uluslararası Hukuk Kurultayı’nda konuşurken yargıdaki tıkanıklık ile çıkmazları öyle ifade ediyordu:
“Üzülerek söylüyorum, yargıda yangın büyüyor, ateş bacayı sardı. Bunları söylerken üzülüyorum ama bunlar acı gerçekler.”
Öncelikle tespiti iyi yapalım.
Yargıdaki sıkıntılar kimin ateşidir?
1992’lerde Adalet Bakanlığı solun elinde idi.
O zamanlar cezaevlerine alınan 10 bin seçme kadronun cezaevlerini nasıl yangına çevirdiğini gördük. Cezaevi yerine teröriste kamp yeri...
Daha sonra devlet kendi cezaevlerine özel timlerle girmek zorunda kaldı...
Hele de Eskişehir Kapalı Cezaevi...
HADEP milletvekillerinin teröristleri sözde ziyaretinin ardından o yerin duvarları da yıkılmak suretiyle nasıl harabeye çevrildiğini unutmadık.
Şüphesiz yangın büyüyor...
Büyümesi de lazım, çünkü ta o yıllarda yazılıda 30 puan alan ideolojik patentlileri hakim ve savcı yaptılar.
Ankara’daki hakim ve savcıların cüppeleriyle Anıtkabir’e kadar yürütülmesiyle, başsavcıların tamamının Antalya’da toplanarak yayınladıkları siyasi içerikli bildiri, sokakla tanışmanın bir başka yangının habercisiydi.
Hadi Genelkurmay’ın merdiven altı brifinglerini hesaba katmayalım.
Şimdi de Ergenekon takıntısı...
Hakimler Ergenekon’u yargılayınca taraflı, ama irticayı yargılayınca tarafsız.
Bir hakimi düşünün, hakkındaki soruşturmaları karartma adına oturup kendisi ile ilgili karar verebiliyor, medyaya çıkıp siyasi tavırlar takınabiliyor, basın toplantıları yaparak görüş serdedebiliyor. Yaptığının hesabını da soran yok.
Bu görüntüler bağımsız yargıya yakışıyor mu?
Hangisi yakışıyor?
Her ne kadar hakim ve savcıların telefon dinlemeleri sevimsiz ise de, o telefonlara takılan “karı satma” hikayeleri de o kadar iğrençtir.
Olaylara neden tek taraflı bakıyoruz?
Hakim ve savcılar objektif olamadıktan sonra anayasalarda, yasalarda hangi değişikliği yaparsanız yapın fark etmez, döner yine aynı kapıya çıkarız...
Objektif deyince, HSYK ile yüksek mahkemelerin de aynı kategoride yürümesi lazım.
Örneğin, HSYK mahkeme başkanları ile başsavcıları atarken hangi kriterleri ele alır?
Var mı öyle bir kriter?
Üye seçerken de var mı?
Hiçbirisinde yok, tamamen takdiri!
O zaman ilk önce gelin bu sahaya neşter atalım, yangının başlangıcı burada...
Tarafsız ve de adil olmak...
Yargıtay ve Danıştay da dahil, heyet halinde çalışan tüm mahkemelerin başkanlıklarına kıdemli hakimler otomatikman neden oturmazlar? İlle de seçim niye?
Kıdemli hakim koltuğa otursa, o mahkeme daha sağlıklı ve de daha hızlı çalışmaz mı?
Şimdi ise üyeler acaba dosya okuyor mu?
Hem madem ileride bir şey olmayacaklarsa neden okusunlar?
O hakimler yoksa doğrudan hakim değil mi?
Aynı şekilde kıdemli savcılar neden başsavcı olamaz?
Neden sulh hakimleri ile mahkeme üyeleri ve dahi savcıları üye seçilmez? Yoksa onların birinci sınıflığı şakadan mıdır?
Görüyoruz ki bazı şeyler dışarıdan değil, içeriden bozuk. Bozuk, çünkü cumhuriyet kurulduğundan bu tarafa rejimsel bir kadrolaşma aldı başını gidiyor.
Resmi ideolojiden olanlarla olmayanlar...
Halktan kopuk olanların tarihi korkusu, ola ki “bizden olmayanlar” yargıyı ele geçirirler.
Yargıyı korku ve de panik içerisinde ayakta tutmaya çalışıyorlar.
Görülüyor ki sorgulanması gereken çok şey var.
Bu sorgulama yapılmadan ikide bir HSYK’ya bakan ile müsteşarın katılmasını yargı bağımsızlığına engel olarak görmek işi yokuşa sürmektir.
Hedef şaşırtmaktır...
Kurul 7 kişidir, bakan ile müsteşar iki kişidir.
Kaldı ki yukarıda saydığım değişiklikleri yapmak için ne kanun çıkarmaya ne de anayasada değişiklik yapmaya gerek yok. HSYK ilke kararları ile bu işleri pekala yapabilir.
Şüphesiz anayasa ile yasalarda eksiklikler de var, ihtiyaçlar da var; ama evvela her görevli üzerine düşeni yaparsa yangın etrafı sarmadan söndürülür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.