Yakın işkence tarihi
Yakın tarihle ilgili tartışmalar daha çok ‘resmî tarih-sivil tarih’ tabirleriyle yürütülüyor. Okullarda okutulan tarih ders kitaplarında gerçeklerin ters yüz edildiği zaten biliniyor. Son yıllarda bu yanlışları düzeltme konusunda kısmen de olsa adım atıldı, ama yeterli olduğunu söylemek zor.
Resmî-gayrıresmî ve doğru-yanlış tarih değerlendirmelerinin dışında, hadisenin bir de zulüm ve işkence boyutu var. Bir yönüyle bakıldığında ‘tek parti’ devri başta olmak üzere yakın tarih; zulüm, işkence ve baskı tarihidir. Bu zulüm ve işkencelerin, hak, hürriyet ve adaletin olmadığı dönemlerde zirve yaptığı da herkesin bildiği bir konu.
Zulüm ve işkencelerle ilgili onlarca şahit vardır. Zaman zaman bu şahitlerin anlattıklarını duyuyor ya da okuyoruz. Meselâ, 12 Eylül 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları dinlemek bile insanı ürkütür. Elbette 27 Mayıs sonrası yaşanan Yassıada zulmünü ve cinayetini de unutuyor değiliz. Aslında bu zulüm ve işkenceler, biri diğerini aratmayan cinsten hadiseler.
12 Eylül ihtilâli sonrası yaşanan zulüm ve işkencelerin bir şahidi de, kamuoyunun yakından tanıdığı gazeteci yazar Taha Akyol olmuş. 12 Eylül darbesinin ardından MHP dâvâsında idamla yargılanan Akyol, 14 ay boyunca Ankara Mamak Cezaevi’nde kalmış. Bu süre zarfında şahit olduğu işkenceleri anlatırken şöyle demiş: “(Bilhassa) Solcu kızlara nasıl haşin, kaba, gaddar davranıldığına şahit olduk. Bunlar kötü hatıralar. Bizi her gün yürüyüşe çıkartarak askerî disiplin içinde marşlar eşliğinde yürütürlerdi. Geri kalan kısımda bizi serbest bırakırlardı. İşkence de vardı. Ülkücü liderlerden Yılmaz Durak, Celal Adan, Muhsin Yazıcoğlu’na, hatta Gümrük Tekel eski Müsteşarı Namık Kemal Zeybek’e bile işkence yapıldı; ama bizlere işkence yapılmadı. Mamak Cezaevi o zamanlar çok kötü bir şöhrete sahipti. İçeri girdikten sonra eşlerimiz ziyarete geldi. İlk görüşmeyi yapacağız. Saçlarımız, bıyıklarımız kesildi. Ayaz vardı, hava çok soğuktu, birerli kol halinde uygun adım şekilde, askerî marş söyleterek yürüttüler bizi. Bir tel örgünün önüne geldik. Tel örgünün diğer tarafına ise eşlerimizi ve çocuklarımızı getirdiler. Bize ‘başla’ diye talimât verdiler. Biz de başladık: ‘Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.’ Andımızı okuttular bize. Eşlerimiz karşısında kendimizi çok aşağılanmış hissettik. Eşlerimiz bizi, karşılarında esas duruşta, bağırır halde görünce ağladılar. Ama yapacak hiçbir şey yok. Çünkü en ufak bir direnişte sizi eşinizin karşısında coplayabilirlerdi.” (Cihan Haber Dergisi, Kasım-Aralık 2009, sayı: 31)
Taha Akyol’un bir hatırası daha var ki, askerî yargının bağımsızlık tartışmasına tuz-biber eken cinsten: “(Askerî cezaevi komutanı) Üzerimize yürüdü. Bağırarak bana ‘Seni astırırım, sonra çarşafla kendini astı diye rapor tutarım’ dedi. Yanında bulunan (...) askerî doktora, ‘İntihar raporu verir misin?’ diye sordu. Doktor da ‘Emredersiniz efendim, o raporu imzalarım’ yanıtını verdi.” (Agg.)
“Yok, ihtilâl dönemi olsa bile böyle hadiseler yaşanmamıştır” diyebilen var mı? Maalesef bu ve benzeri onlarca belki de yüzlerce hadise yaşanmıştır. O halde ‘yakın işkence ve zulüm tarihini’ de incelemek ve araştırmak gerekir. Tekrarı olmasın diye!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.