Yazarın içindeki ses ve yazma sorumluluğu
Yazar taifesinin içinden zaman zaman bir “ses” yükselir…
O ses dürtüklemeye başlar yazarı: “Şunu da yazsana!”
Yazmak için bazen zemin, bazen zaman müsait olmaz, ama “iç ses” umursamaz bile, dürtüklemelerini aralıksız sürdürür:
“Ne duruyorsun, hadi yazsana!”
Sonunda tartışmaya başlarsınız:
“Yapma, bu konu çok netameli bir konu” dersiniz.
“Olsun” der, “yine de yazmalısın.”
Bulaşmak istemediğinizi söylersiniz…
Bu sefer “Anladım korkuyorsun” diye gülmeye başlar.
Korkmadığınızı, sadece prensiplerinize sadık kalmak istediğinizi anlatmayı denersiniz…
“Korkularına prensip kılıfı geçirmişsin” diye alay eder.
Sonunda dayanamaz bilgisayarınızın başına geçersiniz…
İçinizdeki ses, bu kez farklı biçimde sıkıştırmaya başlar:
“Ohooo, sade suya tirit gidiyorsun.”
“Ne olacaktı ki?..”
“Sert, daha sert yaz yahu! Öyle bir yazı yaz ki, muhatabınız zir u zeber olsun, okuyanların da yüreği ferahlasın, ‘oh beee’ desinler.”
“Ama benim üslubum bu…”
“Şimdi de korkuna ‘üslup’ diyorsun. Bırak bu eskimiş mazeretleri, millet neler yazıyor, hadi bindir!”
“Ne yani, hakaret mi edeyim?”
“Et tabii, o bunu çoktan hak etti!”
“Olmaz, ben kişileri muhatap almam. Benim işim fikirlerle…”
“Hadi oradan!.. O adam bir fikir erbabı zaten, ona vurmak fikrini vurmaktır. Yaz işte!”
İçinden gelen ses, yazarı durup dinlenmeden kışkırtır…
Sonunda öyle bir noktaya gelirsiniz ki, artık dayanamazsınız…
Tam o kertede, eski bir genel yayın yönetmeni olarak türbanlı bir kadın yazar almadığına hayıflanan Ertuğrul Bey’e, (15 Ocak 2010 tarihli Hürriyet) “Günaydın sayın eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Bey” deyiverirsiniz…
“Sabah şerifler hayrola!”
Eminim gazetenize gelecek “türbanlı kadın yazar”lar vardır…
Daha önce türbansız erkekler nasıl gelmişse, bunlardan bazıları da gelebilir.
Lakin esas konu, genel yayın yönetmenliği döneminizde “türbanlı kadın yazarları” ıskalamak değil, kadının giyim-kuşam özgürlüğünü ıskalamanızdır…
Hadi bunu da yiyelim ve “Niyetiniz mübarek olsun” diyelim, peki 28 Şubat sürecinde yaptığınız gazeteleri, attığınız manşetleri, başörtüsü aleyhine yazdığınız yazıları, başörtülüler hakkında gazetenizde çıkan aşağılayıcı haberleri ne yapacağız?
Bunları yapmamak için “türbanlı kadın yazarları” keşfetmeye ihtiyaç yoktu ki…
Hafiften “özgürlükçü” olmak yeter de artardı bile…
Onların gazetenizin kimi yazarları tarafından “hamamböceği”ne (karafatma diye yazmışlardı) benzetilmesine karşı sesinizi yükseltseniz yeterdi…
“Bu kadar da olmaz” deseniz…
“Buna hakkımız yok” diye yan çizseniz hafiften…
Belki o zaman ailenizdeki hacıları-hocaları ve dahi başörtülüleri saymanıza da gerek kalmazdı.
Size karanlık odaklardan gönderilen karalamaların yalan olduğunu anlamanız için “dindar” olmanız gerekmezdi, gazetecilik sezgilerinizi kullansanız yeterdi…
Gazetecilik sezgilerinizi kullansaydınız, Ali Kalkancı’lı, Fadime’li, Müslüm’lü, eli sopalı Aczimend’li sızdırmalarda “komplo” kokusu alır, bu kadar “tesadüf”ün ancak eski Yeşilçam filmlerinde bir araya gelebileceğini düşünürdünüz…
Danıştay cinayeti ve benzeri cinayetlerin ortalığı bulandırmak isteyenler tarafından tezgâhlandığını görebilir, bu bahane ile dindarları manşetten “yargısız infaz”a tabi tutmazdınız.
Devr-i iktidarınızda 28 Şubat komplosunun parçası olduktan ve gazetenizi o sürecin güdümüne soktuktan sonra, şu “sade yazar”lık günlerinizde, “Ah türbanlı yazar, vah türbanlı yazar” deseniz kaç yazar?
Hatırlayın ki, demokrasinin üzerinden geçirilen tankları yönetenler, sizin, yazarlarınızın ve yayın grubunuzun (onlarca gazete, dergi, radyo, televizyon) desteği sayesinde pervasızlaştılar…
Siz “kara”ya “ak” dedikçe palazlanıp, “Yeşil sermaye” listeleri yayınladılar…
“Fadime kız” her akşam sizin grubun kanallarında arz-ı endam edip sahte gözyaşlarıyla ıslattığı maceraları sayesinde binlerce mazlum mağdur oldu…
Binlercesi işini, şirketini, ekmeğini, emeğini yitirdi…
Binlerce insan maddi-mânevi işkence altında aylarca yaşadı…
Sizi bu yola sürükleyenler ise eminim halinize kahkahalarla gülüyorlardı…
Kırk yıllık meslekdaşınız olarak, sadece şunu merak ediyorum…
Bari pişman mısınız?
Pişmansanız, ömrünüzün kalan kısmında sadece pişmanlıklarınızı yazın…
Kırk yılınız daha kalmışsa (inşallah daha uzun yaşar ve görürsünüz), pişmanlıklarınızı dillendirmeye belki yeter.
NOT: Sevgili dostlarım; bugün (Pazar günü) Adana'dayım. Tüyap Kitap Fuarındaki Nesil Yayınları Standında sizlerle sohbet edip kitaplarımı imzalamaya geliyorum. Saat 13.00'ten itibaren hepinizi Nesil Yayınları standına bekliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.